16 Mayıs 2009 Cumartesi

Trainspotting vs Demir Leydi


danny boyle tarafından filme çekilen kült irvine welsh kitabı trainspotting üzerine geç kalınmış bir yazı. filmin hakkını teslim edebilmek için enine boyuna düşünerek ciddi bir eleştiri yazısı döşenmek için sabır ve zaman gerekli. bende ikisi de yok. trainspotting'i salt metinlere bakarak ''uyuşturucu kullanmayın ölürsünüz'' temalı filmlerle karıştırmak yerine, görünmeyen yüzünde alt metinlere gizlediği kodları inceleyerek dikkatli okumak gerekiyor.demir leydiye ve sömürgeciliğin muhafazakar politikalarına ; renton, spud, sick boy ve begbie tarafından atılmış sağlam bir tokat. requiem for a dream speed zayıflama haplarıyla tv karşısında beynini yiyen kapitalist tüketim toplumuna saldırırken, trainspotting siyasi ve ekonomik bakımdan kuşatılarak sıfır noktasına düşürülen britanya gençliğinin karşı saldırısını anlatır. britanya işçi sınıfının gür sesi, pub insanı, futbol tutkunu kalem irvine welsh'in 1996 yılında sinemaya uyarlanmadan önce kitapla yaptığı sarsıntının bir benzerini kitabın altında ezilmeyerek gerçekleştirmeyi başarmıştır danny boyle. ''choose your future. choose life" mottosuyla zihinlere kazınan eser her yönüyle açık bir sömürgecilik ve kolonicilik eleştirisidir. romanda daha baskın olan futbol öğesi filmde kesintiye uğramıştır ama film ufak vurgular dışında romanın ana temasından kopmadan kotarılmıştır.

işin uyuşturucu boyutu sadece amacı anlatmak için kullanılan bir araçtır.değerli görülen tek kavramın değersizlik olduğu bir ortamda filme mevzu bahis olan iskoç gençliğinin nefes alabildiği tek yer dört duvar arasında leş gibi gözüken, tavanlarında bebek kafalarının yürüdüğü o malum enjeksiyon evi veya iskoçya'nın en berbat tuvaletinin içidir. bu şartlar altında iskoç gençliğinin işsizlikle yoğrulmuş kimlik mücadelesinde sığındığı limanlardan yalnızca birisidir uyuşturucu. filmde ingiltere kadar iskoçya ve iskoç politikacıların kişiliksiz teslimiyetçi tavrıda sorgulanır,iskoç toplumu öznelinde yapılan özeleştiri filmin bazı noktalarında renton'un ağzından dökülen sözcüklerle tavan yapar. 2006 yapımı this is england ile beraber sinema tarihindeki en gerçekçi britanya alt kültür anlatımı diyebiliriz trainspotting için.

film sadece olay örgüsünün işlenişi ve karakter seçimindeki isabetle ele alınmamalıdır filmin sinema tekniği ve müzik seçimleri bakımından da hakkı verilmelidir. ıggy pop soslu sahne tercihleri soundtracki klasikler arasına sokmuştur. yönetmenin tüm karakterler üzerindeki başarılı çözümlemeleri, dilin günlük sokak diline yakınlığı, düşmeyen tempo, her bireyin hikayesinin başlı başına ayrı bir film olabilecek derecede ustaca işlenişi ve çok az filmde gördüğümüz roman kadar keyif verebilme duygusu. pub olgusuna, junky kavramına, sömürgelikten bir türlü kurtulamayan iskoçya'nın iki arada bir derede kalmış kimliğini aramaktan yorulup çareyi uyuşmakta bulmuş gençliğine, satıraralarında adanın olmazsa olmazı futbola, eğilip bükülmeden, süssüz, cicisiz bicisiz, kuşsuz böceksiz sert bir bakışla armağan edilen bir yumruktur bu film.

şaşırmamak gerekir işin ucunda; ingiliz işçi sınıfının olmazsa olmaz kalemi, kendi hayatından kesitler sunma konusunda eleştirel bir objektifliği yakalamayı daima başaran usta yazar ırvine welsh olunca ,ortaya hem görsel hem yazınsal olarak yazarın argosunu ve tarzını bilenler için tadından yenmez bir gösteri çıkmıştır. ilginçtir film bu kadar tutulmasına karşın trainspotting'in ne kendisi nede devamı olan porno isimli roman ülkemizde bir türlü geniş bir kitleye ulaşamamıştır.romandan çoğunluk habersizken film beklenmedik şekilde tavan yapmıştır. ne hikmetse bir dönem filmde anlatılmak istenen tüm meseleler ıska geçilmiş, film kahramanlarının tarzları ve imajları nedeniyle özüne inilmeden aşırı biçimde popüler olmuş ve filmi bir imaj ikon olarak algılayan kitle tarafından ülkemiz sokaklarında çakma rentonlar looser modlarda gezinir olmuştur .filmin popüler olduğu o yıllarda bu yapay looser tribi welsh yazınının özünü kavrayan bir yaklaşım değildi. pera'nın sokaklarında gizemli junky tribinde herkes birer begby veya renton havasına bürünmüşken hani nerde senin işgal evin diye sorarlardı adama? kimsede cevap veremezdi elbette. okumanın izlemekten zor olması nedeniyle olsa gerek porno yani trainspotting 2 isimli roman bu karmaşalar arasında hem yasaklandı hemde unutularak kaynadı gitti.

Türkiye'ye özgü ''nevi şahsına mahsur'' imaj yanılgılarından birisiydi renton ve begby trendi..

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Deli Ayten

eskiden mahalle delileri vardı.. hepimizden akıllı.. yitip giden tüm naif güzellikler gibi zamana yenildiler.bu toprakların yazılmış; en naif,en nevi şahsına münhasır en derin ve dokunaklı hikayelerinin yıldızlarıdır mahalle delileri. kent kültürünün cam plazalara tıkılıp kalan mekanik steril yapısının nefes açıcıları, zihin kanatacıları ve sorgulayıcı figürleridir.

ayten fenomenini bu ''mahalle delileri'' kültünden beslenen naif kültürün ayrı bir noktasına koymak gerekiyor. Bursa'lı ''deli ayten'' bu ülke topraklarına heykeli dikilen, şehrin simgesi olmayı başarmış tek sivil.türkiye'nin kronik hastalıklarından birisi olan; bürokrat, politikacı, belediye başkanı gibi elitlerin heykellerini sağa sola dikip, şehir meydanlarına, sokaklara, stadyumlara onların ismini vermek alışkanlığından kurtulup, sokağa ve bize ait insanların hatırlanması adına sevindirici bir gelişmenin ilk örneğini oluşturuyor ayten. bizim hikayelerimizi, anılarımızı paylaşan, yok olmaya yüz tutan mahalle kültürüne ait hoş anılar bırakan insanların hatırlanması adına önemli bir adım bursa'nın kamberler ilçesinde yükselen deli ayten heykeli.

steril sağlıklı yaşam, fit vücut, plazalar arası gündelik koşuşturmaca, modern çağın insanının speed zayıflama haplarıyla desteklediği estetik kaygılar , herkese psikolog, herkese kariyer rehberi, herkese sokak hayatından kaçıp gizlenebileceği fast food zinciri, herkese tertemiz cafeler, kentsel dönüşüm için daha fazla mcdonalds ama daha az sulukule derken ; sokaklarını, delilerini, berduşlarını, gezginlerini, evsizlerini, zaaflarını ve ruhunu unuttu bu ülke. eski mahalle delileri yok artık. eskiden sokaklarda güvenle gezip çocuklarla oyunlar oynayan, herkesin kapısını açıp ailesinden, mahallesinden kabul ettiği, aslında modern çağın insanı gibi ikiyüzlü davranmayarak tüm bu saçmalıklara isyan bayrağını açıp kıldan ince akıl çizgisini kırarak, toplumsal norm diye dayatılan yalanlara başkaldıran, sayıları bir elin beş parmağını geçmeyen bu son yüzler, şehrin son romantik kahramanları, inatla gülümsüyorlar bize. mahallelerimizde sayıları hızla tükenen delilerimiz bize gülümsemezlerse günün birinde, pera palas oteli önünde sabah 5 sularında mesai yapan taksici esnafıyla şişe şişe tekel birası içen çocuklar delirme hakkını kullanacaktır.

delilik yok edilirse toplumun kalbide yok olur. son yüzler çekip gidince delilik bir şekilde kendini ikame edecektir. bu topraklar delileriyle, gezginleriyle, berduşlarıyla güzeldir. bu ülke ruhunu sokaktan alır. ne olacaksa sokakla olacak, plazalarla değil. mantıklı yaşamak uğruna, duygularımızı unuttuk. delilerimizi öldürdük, şok tedavileriyle reset attık hayatlarına, zincirlere bağladık, mazhar osman'lara mahkum ettik onları, şehirlerimizi, semt kültürümüzü, mahalle maçlarımızı öldürdüğümüz gibi. kentsel dönüşüm deli ayten heykelleriyle adına yakışır bir proje haline gelebilir semtleri yıkarak değil. kentsel dönüşüm mahalle kültürümüze itibarını iade ederse affedilebilir. daha fazla mcdonalds değil, daha fazla deli ayten heykeli.

5 Mayıs 2009 Salı

6 Mayıs 1972...

Geçsede yolumuz bozkırlardan DENİZLERE çıkar sokaklar...

''Türkiye'nin bağımsızlığından
başka bir şey istemedim.
Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz.
Ve ben 24 yaşındayken kendimi
Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum...

Bizlerin tek özlemi tahsil sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığıdır. Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik.

Biz 50 sene evvel Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşı'nın gerçek tahlilini yapmaya her zaman için muktediriz. Biz yine çok iyi biliriz ki Türkiye Kurtuluş Savaşı'nı yapmak için Samsun'a çıkanlara İstanbul örfi idaresince ve mahkemelerince idam cezası verilmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşı'na iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar bunları yapanlara eşkıya demiştir.

1950 tarihinde Amerikan emperyalizmi iktidara geldi. Demokrat iktidar 27 Mayıs 1960'da tarihe gömüldü. Demokrat Parti gitti, bunun gitmesiyle tellaklar değişmedi. 27 Mayıs'ı kastetmiyorum, bundan sonrasını kastediyorum. Hamam aynı fakat bu defa da tellaklar değişti. Amerika bu dönemde imdada yetişip İnönü'yü düşürdü, Demirel'i iktidara getirdi.

Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz

Öğrenci hareketlerine gelince, Türkiye'de öğrenci olayları 50-60 senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamit'in Tıbbiye talebelerini Sarayburnu'ndan denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye'de devam edegelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme hayır diyen gençler ilerici gençlerdi. Ve 28 Nisan 1960 tarihinde özgürlük savaşı veren gençlerdir. Amerikan emperyalizmi tarafından İnönü hükümetten düşürüldüğünde protesto gösterisi yapan gençler ilerici gençlerdir. Anayasa'ya Bağlılık Mitingi'ni de bizler yaptık. O günün mitinginde iktidarın kiralık adamlarından ve polisinden dayak yiyen de gene bizlerdik.

1968 senesine gelince, üniversiteler öğrenciler tarafından işgal edildi. İşgalleri gayet meşru idi ve kürsü ağaları dahi bu işgallerin haklılığını hiçbir zaman inkar edemedi. Aynı yılın Temmuz ayında Amerikan Filosu'na karşı gösteri yapanlardan Vedat Demircioğlu polis tarafından hunharca öldürüldü. İktidarın kiralık kuvvetleri ve polisi hunharca devrimcilerin üzerine saldırdı. 20'ye yakın devrimci öldürüldü. Bunların hiçbirinin katili bulunamadı. Polis karakolları işkencehane haline getirildi. Hiçbir savcı buna karşı çıkmadı. Fikir özgürlüğünü ve Anayasa'yı paravan yapanlar "önceden Atatürkçü geçinirken O'nun fikir ve şahsiyetini de küçük görmeye başladılar, sadece Mustafa Kemal tarafını beğeniyorlardı." suçlamasını kesin olarak reddediyorum ve asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmez.

Gerçekler örtülmek isteniyor. Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun İstiklal-i tam prensibini, ve onun istiklal-i tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz.

Anayasa'yı en fazla savunan bizleriz

İddianame'de bizim Anayasa'yı cebren ilgaya teşebbüs ettiğimiz ileri sürülmektedir. Öteden beri arzetmiş olduğum gibi, bu ülkede Anayasa'yı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa'yı ihlal edenlerse ortadadır. Anayasa'nın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasa'yı uygulamayan yavuz kimselerse hâlâ ortadadır. Ve yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. Bile bile iddia makamı bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir.

İdddia makamı bizim vermekte olduğumuz Bağımsızlık Savaşı'na karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na karşı, reformlara karşı ve bu nedenle bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir. Çünkü Süleyman Demirel hâlâ ortada gezmektedir. Kudreti yetiyorsa Süleyman Demirel hakkında aynı şekilde dava açsın, onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya alışmışlardır.

Amerika sizin döneminizde ülkeye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız

Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil sizlersiniz. Çünkü Amerika sizin döneminiz sırasında Türkiye'ye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız. Ve Demokrat Parti iktidarına 10 yıl ses çıkarmadınız. Ta ki 38 yurtsever subay ses çıkarana kadar ve onları devirene kadar. Ve bugün aynı savcılar bu şahıslar hakkında da idam kararı istemektedir. Süleyman Demirel'in Anayasa'yı ihlaline ve despotizmine ve ülkeyi Amerika'ya satmasına ses çıkarılmadı.

Ve meydanlarda bunlara karşı bizler dövüşmek zorunda kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik

Bizim düşmanımız
Amerikan emperyalizmi ve yerli işbirlikçileridir

Dediğim gibi Türkiye'yi bu hale getiren eski yöneticilerin bütün suçları bize yüklenmek istenmektedir. Bütün eski idarecilerin suçu bize yükletilmek istenmektedir.

Türkiye'nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk. Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir. 12 Mart Muhtırası muvaffak olmasaydı bizi itham eden makam onları da aynı şekilde itham ederdi. Buna da kanaatim tamdır. 12 Mart Muhtırası Anayasa'nın uygulanmadığını iddia etmektedir ve parlamentoyu açıkça suçlamaktadır.

Biz strtaejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlar altında olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak düşüncelerimizi her zaman açıkça ifade ederiz. Bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs gibi bir kastımız bulunsaydı, bunu da burada açıkça söylemekten çekinmezdik. Bizim böyle bir amacımız yoktur.

Bizim düşmanlarımız Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileridir. Yani emperyalizm ile işbirliği yapan patronlar, feodal mütagallibe yani bezirgânlar, tefeciler. Toprak ağaları ve diğer işbirlikçileri ve bizim bütün eylemlerimiz bu hedefe yönelmiş bulunmaktadır. Bunun dışında başka bir hedefimiz yoktur.

Milyon metrekare vatan toprağı işgal altındayken mili bütünlüğü bozmakla suçlanıyoruz

Bizim kişi güvenliğini, mülkiyet hakkını, egemenlik ilkelerini, milli bütünlüğünü bozmak için harekete geçtiğimiz iddiaları vardır. Kişi güvenliğini ihlal edenler kimlerdir. Bunu evvela tesbit etmemiz lazım. Karakollarda işkence gören bizler olduk. Meydanlarda kurşunlanan yine bizler olduk. Bakanların emriyle hapishanelere atılan bizler olduk. Buna rağmen kişi güvenliğini bozan olmakla itham ediliyoruz. Yukarıda anlatılan asıl kişi güvenliğini bozanlar ise serbestçe meydanlarda dolaşmaktadır.

Mülkiyet hakkını ortadan kaldıracağımız iddia ediliyor. Bizatihi Anayasa mülkeyet hakkını toplum yararına kısıtlamıştır. Mutlak mülkiyet hakkı tanımamıştır. 50 köye sahip bir toprak ağasını anayasamız kabul etmemiştir. Egemenlik ilkelerine karşı çıkanlar halkın sırtından geçinenlerdir.

Ayrıca milli bütünlüğe karşı çıkmakla da suçlanıyoruz. 101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede bizim milli bütünlüğü bozmak istemekle itham edilmemiz gülünç olmaktadır. Milyon metrekare vatan toprağı işgal altındayken bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür.

21 yılın hesabını 21 gençten sormak istiyorlar

Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. İddianame baştan beri sırf kelle istemek maksadıyla hazırlanmıştır. Şeklen de hukuk mantığından mahrumdur. Hukuki kıymet ve değerden mahrumdur. 21 yılın hesabını 21 gençten sormak maksadıyla ve suçluların telaşı içerisinde hazırlanmış bir iddianamedir.

Ben şunu iddia ediyorum ki, hareketimiz tamamen Anayasal bir harekettir. Anayasa'nın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple Anayasal bir davranışta bulunduk. Yaptıklamızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum.

Türkiye'nin bağımsızlğından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz! ''

savunma...

3 Mayıs 2009 Pazar

Kentsel Dönüşüm ve Sokak

''Kültür Başkenti demek! bu çok iyi bir şey. Ama bana hep yaptıkları yüksek kuleleri gösteriyorlar. Kültürden söz ettiklerinde kastettikleri "money". Mahalleleri, yeşil alanları korumak gibi dertleri yok. Büyük binalardan, alışveriş merkezlerinden, lalelerden bahsediyorlar hep. Bunlar "kültürün başkenti" anlamına gelmiyor ki, "kapitalizmin başkenti" anlamına geliyor'' Tony Gatlif...

modern çağ insanı, tek kutuplu dünya düzeninin getirisi tüketim toplumunun kapitalizme bağımlı yapısı altında kentleride dönüştürmeye başladı. kapitalizmin modern çağ insanına fetiş olarak sunduğu steril elit tüketme çılgınlığı, teknolojik gelişim ve endüstrinin yıkıcı faktörleriyle birleşerek naif kent kültürüne saldırıyor. kentlerin dokusu, kurgusu, kaotik yapısı, sıcaklığı, doğallığı, parkları, sokakları,delileri, deniz kıyıları, berduşları, şarapçıları, tutunamayanları, kaybedenleri, başka semtlerin çocukları ve tabutta rövaşataları yıkılıyor. Kentler alışveriş merkezleriyle kaplı kocaman bir steril cam fanus haline dönüştürülüyor.

Oysa sokak önemlidir.. sokağın kültürü önemlidir. Hayatı öğrenme kılavuzudur sokaklar..şehrin az pişmiş tarafları. basıp geçerek değil, hissederek, yaşayarak, tecrübe ederek öğrenilecek yaşam alanı. kendine özgü dili, kültürü, argosu, sanatı, edebiyatı, fenomenleri ve kavramları vardır. modern çağ insanı bir şeyler yapacaksa, değiştirecekse, dönüştürecekse, üretecekse, bıçağın kemiğe dayandığı an bir kıpırdama olacaksa, yerkürede bir iz bırakacaksak yani ölüp gitmeden önce yüzleşeceksek aynalarla bu sokakla olacak. sokağa güvenmekle, sokağa inanmakla, sokağı yaşamakla gerçekleşecek kendimize yaptığımız bitmeyen arayışların yolculuğu. sokaklardan kaçarak, sokağa çıkmayarak, sokakları tanımayarak, sokağın insanlarına ruhlarımızı kapatarak daha çok yalnızlaşacağız, daha çok uzaklaşacağız kendimizden. kendi çok güvenlikli, bol otoparklı, uydu sistemli, güvenlik kameralı sitelerine kapanıp, çocuklarının mahalle maçı yapma haklarını bile ellerinden alarak, düşlerini ve dizlerini kanatmalarına izin vermeden, steril şeritler çeken insanların la zone benzeri yaşamına inat yankılanacak sokağın sesleri. modern çağın speed zayıflama haplarıyla robota dönüşen, mekanik prozac toplumları için tek kurtuluş sokak.

esrar çekip mayıştıklarına bakmadan paris gettolarını yakan mağripli çocukların ruhu yaşayacaksa bir yerlerde bu sokakla olacak. modern zaman insanının ruhunun kurtuluşu, tutkularının tutsaklıktan çıkışı kasımpaşalı taksi şoförlerinin muhabbetiyle gerçekleşecek. kokoreç yenip bira içilen sahiller, gölgesinde sabahlanan parklar, barikatlarında ateşler yakılan tenhalar, balıkçı tekneleri, eski rum meyhaneleri, sabahçı kahveleri, siyah beyaz fotoğrafların pera evleri, berduşların gitar nameleri, köpek öldüren şarabının kafası, hayallerimizi biriktirdiğimiz köşe ekmek arası domates peynirin yendiği kaldırım taşları, mahalle maçlarının taştan kaleleri, dizlerimizi korkmadan kanattığımız cinnet akşamları, semt kültürü, şehrin pişmemiş tarafları ve sokaklar, sokaklarımız çıkaracak bizi kafeslerimizden.

sokakta ruh var, sokağı yaşatan bu mekanların inatçı bir damarı var. yakıcı bir damar, gerçek bir damar.

De Te Fabula Narratur

1 Mayıs Taksim'dir.. Taksim 1 Mayıs...''bu anlatılan senin hikayendir''...tasarım harikası camlarla kaplı medya plazalarına haber yetiştirmeye çalışan basın emekçisinden, beyaz yakalı olarak adlandırılan finans sektörü işçisine, arabanın altına yatıp sigortasız 16 saat çalışarak tamir yapan dolapdere oto sanayi çalışanından, bir esnaf lokantasında mekan sahibinin küfürleri eşliğinde tavuk suyuna ucuz çorba servis eden komiye kadar, tüm işçilerin hikayesini anlatarak tarihi değiştiren das capital'in mottosu de te fabula narratur... Türkiye işçi sınıfı için 32yıl önce kontragerillanın kurşunlarıyla kana bulanan taksim meydanına çıkmak onur meselesiydi.. onuru kazanmak için mücadele vermek, bedel ödemek, masa başında ahkam kesmeyi bırakıp alanlara çıkarak ''hak verilmez alınır'' düsturuyla otorite karşısında dik durabilmek gerekiyordu. sendikal bürokrasinin, neo liberalizmin, vahşi kapitalizmin, 80 cuntasının toplum mühendisleri tarafından projelendirilen apolitik toplum yapısının kuşatması altında işçi sınıfı yaşamaya, nefes almaya ve direnmeye devam ediyor.

istersen bir maille işten çıkarılan, varlığı muhasebe defterlerinde gelir - gider dengesinden ibaret görülen, bir banka çalışanı ol, istersen tekstil fabrikasında çalışan makinacıların hünerli elleri, taksi şöförü ol mesela veya aşçı ol beş yıldızlı bir otelin en lüks mutfağında alın teriyle çorba karıştıran, şehrin az pişmiş taraflarında 16 yaşında bir çocuk ol, ciğerlerine dolan boya yüzünden nefes almakta zorlanarak sanayide oto tamiri yapan, kesmediyse bunlar gece bekçisi ol, yok olmaz dersen tersane işçisi ol, patron zenginleşirken 24 saat çalışıp karnını doyurmak uğruna denize düşerek ölen. ne olursan ol işte! bu anlatılan senin hikayendir, kaçamazsın, modası geçti diyerek gözlerini kapatamazsın, post modern alemler ile avunamazsın. unutma emekçi; sabah altıbuçukta otobüs kuyruğu beklerken de, akşam sekizbuçukta sıcak somunla evine giderken de, kulaklarında çınlayacak bu söz, unutma bu anlatılan senin hikayendir işçi sınıfı. de te fabula narratur..

30 Nisan 2009 Perşembe

Zeki Demirkubuz ve Sokak Kültürü

Türk sinemasında ''kaymış'' hayatların kitabını yazan adamdır demirkubuz. o kitap gerçektir, kurguyu unutturacak kadar gerçek. sinemanın büyülü perdesine yansıyan demirkubuz insanlarının hikayeleri; bazen "herkesin inandigi bir şey var bu amına kodugumun hayatinda, benimki de sensin...'' repliğiyle yazılmış hayatların kaderini belirler, bazen hepimizin yaşadığı, hissettiği, sevdiği, bir aşk hikayesinin hiç kaybolmayan masumiyetini anlatır. demirkubuz sokakları tanır. sokak insanlarını; fil dişi kulelerin beyaz camlı plazalarından izlemez, onların arasına karışır. berduşların yarenidir. kahvehaneleri gezer, birahanelerde demlenir, pavyonların raconunu bilmeyenlere öğretir, belediye otobüsüne biner, tribün kovalar. hayata uzak kalmaz, içine karışır. semt kültürüyle bütünleşir. çıkmazlarda boğulan alt kültürden insanların dramı, , hapiste çürütülen gençlikten sonra ''cezaevini'' evi olarak kabul edip dışarı çıkmak istemeyen masumiyete mahkum karakterler, hayat okulunda kaybedenlerin kesişen öyküleri, en kallavi sözcüklerin anlatmaya yetmeyeceği kır tiradları, monologlar, demirkubuz sinemasına sokağın hediyesidir.zeki demirkubuz bu tip "kaymış" hayatları hemen hemen her filminde işliyor, iyi de yapıyor. demirkubuz filmlerinin farkı; doğallıkla birleşen o eşsiz sertliktir. demirkubuz sinemasında; yapmacık ilişkilere, toplumsal normların dayatmalarına, çıkara dayalı diyaloglara yer yoktur. tüm karakterler nettir. iyi ve kötü yoktur. tüm karakterler zaaflarıyla birlikte, sokağın kendisi gibi çıplak olarak yansır sinemaya. demirkubuz sinemasında; başroller kadar yan rollerde önemlidir. yan rollerin satıraralarına gizlenmiş alt metinlerini doğru okumak gerekir.

masumiyet bu alt metinlerin yan roller üzerinden kodlandığı filmlerin başında gelir. yan rollerdeki kişilerin oyunculukları da muhteşemdir. otel sahibi; '' bir büyük rakı içti, sonra nah böyle 2 tane cigaralık sardı'' ve "türk filmi var" replikleriyle akıllara kazınan bir karekter olarak masumiyet'in unutulmazları arasına girer. güven kıraç'ın tutunamayan tavrına eşlik eden posterci oda arkadaşı müslüm gürses, yılmaz güney, istanbul gibi simgelerle rol çalar. güven kıraç'ın ankara'da gittiği pavyonda kapıda bekleyen, zagor'u anlatan adam ya da çorbacı muhabbetleri yan rollerin, kıyıda köşede kalmış fenomenlerin filme damga vurmasını sağlayan ayrıntılardır. yazgı'da engin günaydın'ın canlandırdığı arızalı komşu karakteri film boyunca rol çalmayı başararak olay örgüsüne önemli bir figür olarak karışmayı başarır.

kader'in pavyon aleminin sert ve tavizsiz hayatını anlattığı bölümleri için unutulmaz olanlar bekir ve uğur'un pavyonda çalışan arkadaşlarıdır. sahile hep beraber bira içilmeye gidilir, bekir arabada kalır, uğur dışarda durur, yüzleşme kısmına geçmeden yan roller, yardımcı karakterler sadece bakışlarıyla bile çok şey anlatır. bekir'in uğur'u ararken sahilde karşılaştığı arkadaşına ''uğur nerelerde ulan yine devam mı? orospuluğa'' sorusunu sorar verilen cevap bekir'i sahneden çıkartır, kıyıda köşede kalmış karakter verdiği cevapla sahneyi alıp götürür. kaderden devam edersek; bekir'in çocuğuna ilaç almak için çıktığı yolculuğun, esrar alemiyle devam eden ve bir batakhanede sonlanan sahnelerini hatırlayınca akılda kalan ayrıntı, bekir'e ''uğur abla nerelerde'' sorusuyla geçmişi hatırlatan semt çocuklarıdır.

yardımcı karakterler; üçüncü sayfa, yazgı, kader, masumiyet gibi zeki demirkubuz sinemasını yönlendiren filmlerin ortak özelliğidir. zeki demirkubuz türk sinemasında sokak edebiyatı ekolünü oluşturmuş yönetmendir. sokağı yaşayan, mahalle arası sertliğini tüm doğallığıyla sinemaya yansıtan, sert bir yönetmen.

Yeniden Yazması Gereken Adam!

Ah Muhsin Ünlü.. ''bütünüyle hala kuşkudayız'' ve senin yazman lazım.. şehre indiği vakit sinemaların yağmura çalmasına hüzünlenen ve dünyadaki tüm zencilerin 40 yaşından büyük olduğunu öğreten şairdir Ah Muhsin Ünlü. ''-senegalliler dahil değil'' bunu bilmek gerek...

yeni, yine ve yeniden şiir yazması gereken ve öpülünce fransız olan adamdır ah muhsin ünlü. şizofrenginin bütünüyle hala kuşkudayız insanı. -yoksa seni rahatsız mı ettim? sorusuna cesaret eder, ''ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek'' demeden önce ve ah muhsin ünlü şiiri için elbette gayet rasyoneldir attan atlamak. yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün. o zaman durmayalım adına bu ülke dediğimiz en bıçkın tamlamanın çocukları olarak, şiir yazalım. haykıralım şiirlerimizi karaşın pera yağmurlarına karşı; ''-haydi iç de çay koyayım'' cümlesinin naif iklimlerine inat. sevdiğimize; ''ben sana düzenli olarak telefon ediyorum'' diyebildiğimiz cesarete erişirsek eğer, şiirin ihtilal adımlarını selamlayarak ilerleyecek, yüzyıl şilisinden inleyen bir dazz javulcusu.

ah muhsin ünlü denince akıllara düşen, unutulmaması gereken, siddete meyyalim vallahi dertten mottolu, haluk bilginer'in bol tiratlı görsel şölenine sahne olmuş polis var bir de manga tadında, çay kıvamında. denenmemişi denemiş olmak adına, anlayabilene. şair ah muhsin ünlü'nün sinemacı onur ünlü olarak 7. sanat kapılarını bizlere açtığı.

Kentsel Dönüşüm

"Daha fazla Mc Donald’s değil, daha fazla Sulukule" Gogol Bordello-Eugene Hutz''Kültür Başkenti demek! bu çok iyi bir şey. Ama bana hep yaptıkları yüksek kuleleri gösteriyorlar. Kültürden söz ettiklerinde kastettikleri "money". Mahalleleri, yeşil alanları korumak gibi dertleri yok. Büyük binalardan, alışveriş merkezlerinden, lalelerden bahsediyorlar hep. Bunlar "kültürün başkenti" anlamına gelmiyor ki, "kapitalizmin başkenti" anlamına geliyor'' Tony Gatlif

29 Nisan 2009 Çarşamba

Tatar Ramazan

üstünde elbise olmayan insanlarla, içinde insan olmayan elbiseler arasındaki farkı anlayabilenlerin filmidir tatar ramazan.gerçekten yaşamış eskişehir'li bir tatar delikanlısının hayatından uyarlanmıştır. garibanı düzen bezirgan saltanatı düzenine atılan tokattır ramazan. zidanların karanlığında ''şu dağlarda kar olsaydım'' türküsüyle mapusluklarını aydınlatanların destanı. mahkum bir tas soğuk çorbaya ekmek katık ederken, imtiyazlı ağanın kurduğu kızarmış tavuk sofrasını elinin tersiyle iten tatar'ın ateşle imtihanı. kuru ekmeğe sigarayı meze yapıp karın doyuran kader mahkumunun hikayesi. 700 kasaba, 70 vilayet, 7 düvelde nam salan, zalime cellat mazluma yunus olan, nice bolu beylerini deviren köroğlu tatar'ın sürgün yolculuğu. voltayı cezanın törpüsü yapıp, ''devlet ancak adaletli ve eşit olursa devlettir'' şeklinde haykırarak isyan eden, şarabi eşkiyaların umut veren masalı. ağzından maltepe cigarası düşmeyen meydancı satı dayının, ağalara ve yardakçıları gardiyanlara haraca kesilen, dışarda ve içerde borçlu yaşamaya mahkum ayakçıların, çay ocağını haraca kesen resmi üniformalı hırsızların, kumara borçlanmış kader mahkumunun, esrar postasında uyuşturulmuş, tepkisizleştirilip, tezgahın altında dönenlere isyan etmesin diye sindirilmiş fakirin, ağalık düzenine boyun eğdirilmeye zorlanan, hem devlet hem kısım çavuşları tarafından kanı emilen, isimsiz mapus damı kahramanlarının hikayesi. sinema tarihinin hapishane temalı filmleri içerisinde, kotarılabilecek en gerçekçi öykü.olay örgüsü çok yönlü olduğu için, düşünmeyi bilen ve izlediğiyle yetinmeyerek beyaz perdenin alt metinlerine gizlenmiş satır arası mesajların şifrelerini çözmeyi seven izleyici için milyonlarca defa seyredilse bıkılmayacak bir filmdir tatar ramazan. sınıf kavgası, bireyin devlete bakış açısı, suç ve ceza kavramlarının sorgulanması, dışarda ezilenlerin içerde ezilmeye devam etmesi, dışardaki eşitsizliğin içerde katmerlenerek çoğalması, hapishane gerçeği, 2009 türkiye'sinde hala devam eden fakiri daha çok fakirleştirip zengini daha çok semirten düzene başkaldırı, birilerinin bu oyunu bozmak için kendini feda etmesi gibi binlerce alt metni bünyesinde barındırır bu eser. ramazan türkiye'nin bütün hapishanelerine sürgün mahkum olarak gönderilirken, temizlediği ağaların, kısım çavuşlarının yerine başkaları hemen ikame edilir. ramazan yetişebildiği yerlerde garibanın sırtına binen yumruk katmerli olmasın diye resmi ideolojinin kitabına göre yeni ''suçlar'' işler ve cezası uzar, oysa gerçek suçlular cezaevi müdürlerinin imzalarıyla ramazan'ın sürgünlerini fırsat bilip fakirin sırtına yumruk vurmaya devam ederler. türkiye sineması için değil, dünya sinemasının tüm ekolleri içerisinde yılmaz güney'in duvar filmiyle birlikte, hapishane gerçeğini ve hapishanelerin kendi içlerindeki işleyişini ; en sert , gerçekçi, yalın haliyle anlatan filmdir diyebiliriz bu destan için.ramazan avluda elinde bıçak resmi otoriteye doğru haykırırken nazım ustayı selamlar aslında. ''burada vurulması gereken biri vardı , onu ben vurdum'' derken '' sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa'' demektedir, anlayabilen zihinler için. mesaj açık ve nettir; birileri kendini feda etmezse bu kepaze düzen devam eder, ben kendimi feda ediyorum.

kadir inanır'ın bu filmdeki oyunculugunu kendisinden sonra cekilen filmlerde delikanli rolune cikan tüm jönler taklit etmeye calismis ama basaramamislardir. bu bakimdan türk sinemasında kadir inanir tatar ramazan serileriyle oyunculukta kendi ekolunu kurmustur. abdurrahman çavuş rolüyle rahmetli hayati hamzaoğlu ve serinin ilk bölümünde koğuş ağasını canlandıran rahmetli yaman okay tıpkı kadir inanır gibi oyunculuğun kitabını yazmışlar ve karakter oyuncusu nasıl olmalıdır ? konulu sinema derslerinde tez konusu olmuşlardır. bugün prison break alemi bu kadar heyecanlandırırken, yıllar önce bizzat içimizden çıkan bir hikaye ile çok daha gerçekçisi çekilmiştir bu topraklarda hapishane öykülerinin.

tatar ramazan bile bile lades diyen, bu adaletsiz düzenin iyi insanlar tarafından değiştirilmesinin imkansızlığının farkında olan ama pasifizmin rahat sularında kulaç atmak yerine, donkişotluk yaparak kendini yakmak uğruna ezilenler için savaşmayı göze alan, gerçek bir politik eylemcidir aslında. hücre cezalarına rağmen bildiği doğruyu söylemekten kaçınmaz. sevdiğininin çatıdan düşerek ölmesine neden olan idarenin timsah gözyaşlarına aldanmaz, düzenle barışmaz. onun kavgası imtiyaz verilen ağalarla olduğu kadar onları besleyen kirli ellerledir. istese rahatlıkla güce, paraya, huzura kavuşup, namının kaymağını yiyerek cezaevinden tahliye olup özgürlüğüne kavuşabilecekken o tercihini savaşmaktan, onurlu bir kavganın neferi olmaktan yana kullanır. ramazan namı 7 düvelde yayılmış olsa bile girdiği mapus damlarında kendisine sunulan rahat fırsatları hep elinin tersiyle iter, zindanlarda türkü söyleyen köroğlu olur.tüm bunların sonucunda, mahkumun gözünde hiç bitmeyecek gibi görünen, güçlülerin düzeni, egemenlerin dünyası yer ile yeksan edilir tatar'ın ağaların yüzünde patlattığı osmanlı tokatlarıyla. ramazan ; ''devlet devletse herkesin devleti olacak, herkese eşit davranacak'' derken de , ''abdurahman çavuş'u dışarı salan gardiyana ; - ulan biz mahkumsak o pezevenkde mahkum bu kapıyı açmayacaksın'' derken de, dışarda filmin unutulmaz karakterlerinden birisi olan kirmastılı'dan emaneti alırken ; - ben hasmıma bir defa bıçak sokarım çünkü ikinciyi vurmam, bana öyle bir bıçak yapki hasmımın içinde dönmesin'' derken de, hep bu düzenin ezilenleri için, mapus damında kendini feda eden donkişottur.-selam kader arkadaşlarım, selam yarenler, selam çile yoldaşlarım diyerek mapus damlarını gezerken, aslında bir hapishane fenomeninden öte, bir gariban babasıdır. mapus duvarında yazan mevlana sözüde dikkatli izleyiciler için filmin anlatmak istediği mesajın özetidir. ''ne elbiseler gördüm içinde insan yok, ne insanlar gördüm içinde elbise yok'' ayrıntısı oraya laf ola beri gele konulmuş bir ayrıntı değildir. mapus damında başların ayak, ayakların baş olması gerçeğini sunar bizlere ve tabiki kumar postasının dağıtılması, uyuşturucu satanların ramazan tarafından vurulması boşa değildir. ramazan devletin devlet olamadığı yerde adaleti sağlayan kişidir , oranın devleti, hakimi, kadısıdır aslında. ama devlet yargılaması gereken koğuş ağalarını yargılamak yerine daima ramazan'ı sürgüne gönderir.'' beni resimlerde gördüğünüz mahkumlarla karıştırıyosunuz galiba müdür bey. benim adım tatar ramazan ben bu oyunu bozarım!''...

velhasıl ''umudumuz'' ramazan.

28 Nisan 2009 Salı

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar


sinema ve futbol.. hayatın olmazsa olmaz iki ayrı tadı.. ikisini birleştiği zaman tadına doyulmaz bir görsel şölen çıkıyor ortaya.. Dar alanda kısa paslaşmalar üzerine uzun uzun yazılması gereken, bu toprakların mahalle kültürüne ait naifliği değişen zamana karşı dik durabilen güzel insanların hikayesiyle harmanlayan bir futbol filmi.

amatör ruhlu futbolun endüstriyel futbola karşı mücadelesini, semt insanlarının yaşadığı duygusal sarsıntıları işleyerek anlatan serdar akar'ın kültleşmiş eseri üzerine ahkam kesmek boynumuzun borcudur. sokağın dilini başarıyla kullanan akar, dar alanda kısa paslaşmalar için belirlediği oyunculuk kadrosuyla turnayı gözünden vurmuştur. oynadığı her rolün hakkını mükemmel bir performansla veren, gemide'nin kült adamı erkan can, tutunamayan karakter kaleci torba suat'a çok yakışmış, müjde ar aynur rolünde sanatını konuşturmuş, rahmetli savaş dinçelçizdiği hacı tablosuyla karizma dersi vermiştir. zengin futbol patronu rolünde cem ismiyle karşımıza çıkan uğur polat, 80 sonrası gelişen kontrolsüz liberalizme dayalı, vahşi kapitalizmin temsil ettiği tüm negatif değerleri, harika bir performansla sunmuştur. yardımcı kadın oyuncu olarak, torba suat'ın kavuşamadığı sevgilisi rolünde şahnaz çakıralp, nurten rolünün hakkını fazlasıyla vermiştir. amatör ruhlu mahalle futbolu endüstriyel futbola karşı savaşırken, hacı'nın aynur'a karşı hissettiği kronik tutku, kanserli zamana karşı mücadele etmektedir. semt kütürünü, umutları, dar sokakların ara paslarına gizlenmiş semt çocuklarının isyanını, mahalle maçlarının iki taştan kale arkasına gizlenen hayallerini, hep yakışıklı çocuklar tarafından tavlanan kızların, torba suat'ların ruhunda açtığı kapanmayan yaraları, kaybolup giden semt dayanışmasını, arkadaşlığı ve komşuluğu bu kadar naif bir kurguyla anlatabilmek büyük başarıdır.film izleyiciye; mahalle maçlarının ruhunu, esnafspor gibi amatör takımların futbol oynayabilmek için gösterdiği çabayı, çağın değişen koşullarına ayak uydurmaya çalışan semt insanlarının umut dolu hikayesini anlatırken arka plana eleştiriyi yerleştirir. artık nostalji olarak değer kazanan geçmiş zaman güzelliklerinin, mutlu olmak için tek geçer akçe olarak paranın ölçüt olmadığı devirlerin, vandalist kapitalizmin yıkıcılığı karşısında düştüğü durumu işler, bu durumun eleştirisini yapar. futbolda zamana yenilmiştir. devir değişmiş, ruhuyla top oynayan amatörlerin nesilden nesile aktarılan güzel futbol hikayeleri yerini mafyatik oluşumların sermayesiyle kurulan takımların başarı öykülerine bırakmıştır. mahalle arasında efsaneleşmiş amatör futbolcuların naif öyküleri değersizleşmiştir. film; endüstriyel futbolun saldırısı karşısında ortaya çıkan bu değersizlik ortamını, tüm karakterleri derinlemesine inceleyerek, kalpleri acıtan bir üslupla sunar. küçük şeylerle mutlu olabilen büyük yürekli insanların hikayesidir dar alanda kısa paslaşmalar. hayat; maddi manevi tüm engellerini, topa falsolu vurarak, ters köşeden sunmuştur esnafspor'un semtine. torba suat hayattan yediği golün acısını maçta çıkarmak ister. iyi bir takımları vardır ve tüm imkansızlıklara rağmen ayakta kalmak için mücadele ederler. hayatın fena halde futbola benzediğini bilen bu insanlar, ters köşeden yedikleri gollere üzülmek yerine, ayağa kalkıp beraberlik golünü atmak için mücadeleyi sürdürürler. aşklar, işler, hayaller, özlemler, umutlar, sevilen kadına hiç ulaşmamış mektuplar, asla kavuşulamayacak bir sevda uğruna sigarayla tüketilen ciğerler kalır esnafspor'dan geriye ama futbol onlara asla ihanet etmez.mahalle maçları kültünün tüm figürleri vardır filmde. her mahalle takımının olmazsa olmazı lakap sahibi futbolcular. suat, kıvırcık, lango, mercimek, ateş, onbaşı, alağaçlı, paşa, boncuk, selçuk, niyazi, turgay, semtin sevilesi siması bilge kişi, tecrübeli abi hacı, takımın yaşaması için müdadele eden semt esnafı, parasızlıktan dikilemeyen formalar, brezilya milli takımı'na özenerek seçilen sarı-yeşil formalar, antremanları izleyen semt fırlamaları, pencere kenarından futbolcuları izleyip çeyiz hayalleri kuran genç kızlar, top peşinde koşan çocuğunun bir baltaya sap olamayacağını düşünen babalar, mahalle delileri, berduşlar, kahvehane esnafı, fedakar fırıncı, semt için deplasman yollarında taşları yiyip kafası gözü yarılan tribün çocukları, hacıya sevdalı kalbini yaralanmış ruhuna gömen seks işçisi aynur abla. iki duble rakı eşliğinde, kanserli zamana inat tüketilen paket paket sigaraya gömer hayallerini hacı. çok sevdiği aynur'u görmek yetiyordur ona. yanında kalmak ister kalamaz. gitmek ister yine kendini aşkının kapısında bulur. aynur kirlenen bedeninden uzak tutmak ister hacı'yı. semtin kaldırımlarına gömdükleri, konuşulması yasak, hissedilmesi sevap, zamana yenik kırgın bir aşktır yaşadıkları. hacı; sevdiğini takım arkadaşına, yeni transfere, yakışıklı topçu serkan'a kaptıran torba suat'ı teselli eder. suat gerçeği bilir, hacı'nın çektiği acıyı görür ama konuşmaz. kendi acısını yaşar, nurten'e asla ulaşmayan aşk mektuplarının üzerine döktüğü gözyaşlarıyla.

esnafspor her maçtan mağlubiyetle dönerken çare semt lisesinde beden öğretmeni olarak çalışan çetin'den yardım istemektir. esnafspor umutla yaşar. çetin hoca takıma faydalı olur. mücadele bırakılmaz. inadına futbol oynar semt insanları. kazanmak veya kaybetmek faktörünü unutarak futbol oynamak kendilerini özgürleştirdiği için, futbol oynayarak mutlu oldukları için oynarlar. endüstri karşısında amatör futbollarını yaşatmak için giyerler brezilya milli takımından özenip diktirdikleri formaları. sahalardan çekilseler bile dar sokakların kaldırımlarında devam eder oyun. hacı giderken miras bırakır esnafsporu semte. semt namusu beller esnafsporu. torba suat nurten'i kalbine gömer. esnafspor yaşamalıdır ve nesilden nesile aktarılan bir futbol öyküsü olarak kazınmalıdır semtin kaldırımlarına. torba suat bayrağı taşır artık. dizleri taştan kalelere düşmekten kabuk bağlamış çocuklara, ''hayat fena halde futbola benzer'' mottolu antreman metodlarını öğretir.

tüm bunlar olurken futbol asla sadece futbol olmayan gerçek yüzüyle kırık sevdaların tek umududur. terkedip gitmez, uzaklaşmaz, nazlı bir sevgili gibi kavuşulmayı bekler futbol. yaralı kalpler esnafspor için dua eder gece gündüz, güzel bir gol, güzel bir çalım, güzel bir kurtarış için açılır eller gökyüzüne.

26 Nisan 2009 Pazar

Mahalle Maçları

iki taştan kale arasına bırakılan çocukluk hayalleridir mahalle maçları.ayağımızı denk alıp boyumuzdan büyük işlere kalkışmadığımız, mahalle maçı arasında annelerimizin sepetle sarkıttığı 150 gram kaşar peynir ve iki domatesle süslü köşe ekmeklerin içine sakladığımız hayaldir mahalle maçları. hayallerimizin kirlenmediği, umutlarımızı asla doğmayacak çocuklarımıza miras bıraktığımız buruşuk çarşaflar arasına sarmadığımız yılların, o güzel ve çok özlenen yılların en güzel çocukluk anılarıdır.çocukluğunu; şehrin az pişmiş taraflarında, bol güvenlikli sitelerin steril duvarları arasına sıkışmadan, msn , cep telefonu ve envayi çeşit teknolojik aracın sanallığından uzak, top peşinde koşarak, bisiklete binerek, ağaçtan erik çalarak üstüne uslanmayıp zillere basıp kaçarak yaşama şansı bulmuş bu toprakların son mutlu kuşağının vazgeçemediği güzelliktir. futbolu öğrenme rehberidir sokaklar. futbolu oynayarak sevebilmenin aracısıdır mahalle maçları. toprak sahaların taştan kaleleri arasına mika topları yuvarlarken kanatılan dizler, maç sonrası karşı mahallenin çocuklarının attığı taşla yarılan kafalar, mahallenin güzel abilerinin gözüne girebilmek için artistik bir çalım atayım derken kırılan ayaklar nedeniyle akşam evde sopa yenen maçlara mahalle maçı derdik ve çok eğlenirdik.

bu kentin sokaklarının sağlı sollu arabaların park ettiği kocaman bir açık hava otoparkına dönmediği yıllarda, sokaklarda çocukların özgürce top oynayıp, birbirinin kafasını gözünü kırabildiği zamanlarda, binlerce kült figürü barındıran bir alt kültürün kendine özgü raconunu oluşturmuştu mahalle maçları. ''adamın gol diyo'' , ''beşte devre onda biter'' , ''gol atan kaleye'' , ''atan alır'' , ''3 korner 1 penaltı'' , ''aldım verdim ben seni yendim'' , ''atan kazanır'' , ''direk üstü'' , ''gol değil boru'' , ''beşlik,namus'' , ''mola'' , ''zula'' , ''bombacı'' , ''bambam'', ''fasulye'' gibi kavramlar mahalle maçı lugatının vazgeçilmez kavramlarıydı. sadece mahalle maçı yapmış çocukların anlayabilecekleri bu ortak dil, zamanla sokak argosunun oluşumuna katkı sağlayan, halk dilinin gündelik söyleyişlerinin şekillenmesine yön veren bir rotanın belirleyicisi olmuştur.

sadece topun sahibi olduğu için oynatılmak zorunda olan, mahallenin zengin ve şişman çocuğu, süper top oynayan ve dönemin en popüler golcüsünün lakabıyla anılan şimşek santrafor, panter kaleci, her takımın olmazsa olmazı, yaşıtlarına göre daha fırlama olan piç lakaplı amatör topçular, hafta içi görüşülmeyen ama güzel top oynadığı ve defansta hiç sesini çıkarmadan durduğu için takıma katkı sağlayan mahallenin çekingen çocuğu, maçları organize eden ve mahallenin köşebaşında sigara içip tespih sallayan hatta bir manitası olduğu için o yaşlarımızda bizim için idol olan abilerle kahvede batak oynama şansına erişmiş, mahalle takımı kaptanı lider çocuk, mahalle takımının kadrosuna giremeyecek kadar küçük olan ve maça çıkışta karşı mahalleye taş atmak amacıyla götürülen küçük veletler, mahallenin alayının aşık olduğu, yazlık sinema çıkışlarında yolu gözlenen, maç kavgalarının en büyük nedeni olma şerefine erişmiş, pencereden maçı izleyen güzel kız, topları kesen hacı amcalar, hayalleri yıkan yaşlı teyzeler, şimdi polis çağırıcam gürültü yapmayın diyerek tehdit eden komşular, anne babamıza ''senin oğlan top peşinde bundan adam olmaz'' ispiyonunu çakan esnaf ahalisi, mahalle maçı yapmış bütün erkek çocukların anılarında yer kaplayan olmazsa olmaz figürlerdir.

porque hay cosas que nunca se olvidan filmiyle özetlenen ruh halidir işte. vazgeçilmezdir, özlenendir, ''çünkü asla unutamayacağımız şeyler vardır''

(kent yorgunu, 28.02.2009 14:03)

25 Nisan 2009 Cumartesi

Sensible Soccer Fenomeni

üzerinden 20 yıl geçse bile ilk defa oynanıyormuş gibi keyif verebilen, zamanla bağımlılık yaratan, 10 sene hiç oynamayıp aniden kriz geçirerek internette eski versiyonların download edilmesine neden olan, futbol oyunları tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kültü.editör mod sayesinde güncellenen datalar yeni sezonlara uygun olarak, internet üzerindeki sensible soccer forumlarında paylaşıma açılıyor ancak eski kült futbolcularla oynamak çok daha keyifli geliyor bünyeye.2009 yılında barcelona takımını çalıştırıp, ileri ikilide romario ve hristo stoitchkov fenomeniyle gol aramak, galatasaray'ın kalesinde hayrettin demirbaş'ı görmek, türk milli takımında hami mandıralı'nın yıldız statüsünde oynayışını izlemek, teknik direktör olarak ünal karaman'lı bir orta saha kurgusuyla wembley deplasmanına gitmek, stoper olarak takoz recep çetin'i transfer etmek, teknik direktör josep guardiola ile real madrid'e gol atmak, futbol bağımlısı bünyeye tarifi imkansız bir nostalji zevki yaşatıyor. hakan şükür umut veren genç forvet olarak kadıköy deplasmanında okechukwu uche ve jes hogh'ün karşısına çıkıyor, galatasaray ataklarını orta alandan yönlendiren isim tugay kerimoğlu oluyor. tüm bunlar 2009 yılında oynaması hala keyif veren bir oyunun içinde oluyor ve insan ''yaşım 50 olsa bile ben bu oyunu oynarım arkadaş'' diyerek kalkamıyor ekran başından. amiga olmadan xplere, vistalara bulanmış laptop ekranlarından sensible oynamak, oynanabilirlik açısından asla o eski keyfi vermese bile hissettirdiği nostaljik futbol lezzeti için çekiliyor bu cefa.

insana; kariyer modu sayesinde faroe adalari ve san marino liglerinde takım çalıştırıp, belirli bir seviyeye gelerek papua yeni gine ulusal takımının teknik direktörlüğünü yapabilme şansı sunacak kadar fantastik bir data sunan fenomenin adıdır sensible soccer. günümüz oyun aleminin trend serileri; fm, cm, pes ve fifa gibi uçuk grafik takviyeli üç boyutlu futbol simülasyonları, sensible soccer fenomeninin kariyer modunun yanına dahi yaklaşamazlar.

dünyadaki tüm takımların yer aldığı, çağımıza göre çok yetersiz grafiklere sahip bu şaheserin yerini 3d efektli fifalar, pes serileri asla tutamaz. o havayı doğallığı veremez. sensible soccer oynamayan bir insan doğarken kaybetmiş bir insandır. tevellütüne lanetler okusun. küçük takımların teknik direktörü olmanın keyfini yaşamayan, exeter city'den, hull city'den, reading takımından haberi olmayan, fa cup modunda galler takımlarını seçip ingiltere'nin dev takımlarına karşı elde kırılan joystikle verilen falsoyla, deplasmanda bir gol bulup 0-1 kazanarak tur atlamanın keyfinden, local takımları çalıştırmaktan, oyuncuları alt yapıdan yetiştirip değerlerini k seviyesinden m seviyesine çekerek başka takımlardan gelen teklifler için pazarlık etmekten, george weah ve alan sherar'ı aynı takıma transfer edip efsane forvet ikilisi oluşturmaktan, 10 m değerine sahip dejan savicevic'li ac milan orta sahasıyla korner noktasından muz falso goller atmaktan, joysticki kırarak yedek klübesini çıkartıp taktik değiştirmenin zevkinden mahrum kalmış, bu zevki yaşayamamış , gözlerini fifayla açıp pesle kapatan bir nesle aşina değiliz, üzülüyoruz bu şanssız kuşaklar için.

Ekşi Sözlükteki Futbol Yazarları

sürekli futbol konuşulan bir ülkenin, inatla gelişmeyen, geliştirilmeyen, ''futbol yazını kültürü'' için sahip olunabilecek en özgün kalemlerdir. futbol bloglarının, tribün kültürü fanzinlerinin, futbol kitaplarının, ekşi sözlükteki futbol yazarlarının yorumlarından beslendikleri gerçeğini kabul etmek gerekir. 7 mart 2009 tarihinde italya'da oynanan torino ve ispanya'da oynanan madrid derbileri yine tüm internet platformlarından önce keyif veren yorumlarla ekşi sözlük sol framede yerini almıştır. bu durum neredeyse avrupa'nın tüm liglerinin, ulaşılabilen tüm lig ve kupa maçları için geçerlidir ekşi sözlük aleminin uçsuz bucaksız bilgi alışverişine ; futbol, futbolcular, tribün kültürü, tribün grupları, nostaljik maçlar, futbolla ilgili filmler, futbol kitapları, futbol medyası, futbol blogları, futbolla ilgili bilgisayar oyunları ve avrupa - dünya futbolu üzerine yazılar yazarak katkı sağlayan yazarlardır. bu yazarlar futbolu seven sözlük kullanıcılarını; sensible soccer nostaljisiyle geçmişe götürüp aniden george best üzerine yazarak başka alemlere uçurabilecek yeteneğe sahiptirler. porque hay cosas que nunca se olvidan (çünkü asla unutmadığın şeyler vardır) isimli 12 dakikalık kısa futbol filmini, egemen futbol medyası tek satırla bile anlatmaz ama sözlükteki futbol yazarları film vizyona girdiği gün sol framede konuyu tartışmaya açarlar. böyle faydalı bir yazar grubudur. içinde; 15 yıl önce oynanmış bir maçı ayrıntılarıyla anlatabilecek kadar başarılı futbol gözlemcilerini barındırır. futbol fanzinlerinden bahsedip sokağa ait underground kültürle özdeşleşmiş bir oyunu, endüstriyel dayatmalara karşı dik tutabilen yazarların hakları teslim edilmelidir. bu olumlu yönleriyle birlikte; iki ucu keskin bıçak yazarlar grubunu oluştururlar. karmaları hızla düşüp hızla yükselebilir. homojen değil heterojen bir yapıları vardır. futbolla ilgilenen herkes gibi taraftırlar, kimisi entry girerken üstünden formasını çıkarıp konuya objektif yaklaşır, bilgilendirmek için yazar. bazıları o formayı hiç çıkarmaz. içinde; sadece tuttuğu takımın renkleriyle gözlerini kör etmiş, rakip takım taraftarlarının objektif yorumlarını bile hiç okumadan çok kötü butonuyla cezalandıran, bilgi alışverişine katkı sunmadan sözlüğü forum gibi kullanan, yazar diyemeyeceğimiz bir kesim olduğu gibi, futbol kültürünün gelişmesi için kendi emeğiyle alternatif fikirler üreten, dünya ve avrupa futbolu hakkında gerçekten bilgi sahibi, tribün kültürünü yaşayarak öğrenmiş, futbol bloglarını, fanzinleri, oyunla ilgili gelişmeleri takip eden, endüstriyel futbol çıkmazına karşı çözümler üreten, egemen medyanın gazete dergi ve tv programları içinde bulunamayacak bilgileri sözlüğe sunan, bu bilgi birikimi sonucu yorumlarını objektif yapabilen, gerçek yazar sıfatına sahip kişiler de mevcuttur. hafta içi futbol üzerine hiç yazmayıp hafta sonu maçlar oynanınca tüm maçlarla alakalı paragraflarca yazı döktürenleri olduğu gibi, 7/24 futbol ve tribün kültürüyle alakalı entry giren yazarların varlığı yine sözlükteki futbol yazarları kapsamında değerlendirilmelidir.
sözlükte; futbol harici sinema, edebiyat, politika, mavra konular gibi akla gelebilecek her alanda entry girerek sözlüğe farklı konularda katkı sağlayan, sözlüğün çok sesli, çeşitli, kaotik yapısına uyum sağlamış suserlar olduğu gibi, politik görüşünü endüstriyel futbola karşı alternatif olarak geliştirilen italyan orjinli ultras tribün felsefenin mantığıyla uyumlu bularak, entellektüel birikimle futbolu harmanlayan, oyunu sadece oyun olarak görmeyi reddeden, sol muhalif futbol yazarları da mevcuttur. genellikle forzalivorno ekolü bu kitleyi oluşturur. sözlüğe futbol konusunda katkı sağlayan diğer bir grup futbol yazarı ise geniş bir yelpazeye açılmadan futbol eksenli tematik takılır ve tuttuğu takımın maçlarıyla alakalı tartışmalara entry girmeyi tercih eder.

ekşi sözlük; futbola farklı bir bakış açısı getirebilen, futbol medyasının klişe tabirlerinden arınmış, genel geçer doğruların yerine gerçek bilgiyi ikame edebilen, oyunun özünden anlayan sağlam kalemlerinin el emeği göz nuru yazıları sayesinde, egemen medyanın plazaları arkasına gizlenmiş beyaz camlı odalarından, maç bile izlemeden e-mail yoluyla gazeteye yazı gönderen endüstriyel futbol kalemlerine karşı, alternatif bir futbol medyası oluşturmayı başarmıştır. sözlük; sözlükteki futbol yazarlarının entryleriyle, zaman zaman bağımsız futbol bloglarının, otonom tribün tayfalarının fanzin çalışmalarının tadını yakalamaktadır. güncel futbol gündemi, aynı hızla sol frame içine farklı bakış açılarını işlerken, nostaljik maçlar, mahalle maçları, sokak futbolu, deplasman otobüsü, tribün grupları, unutulmaz pankartlar, endüstriyel futbol taraftar ilişkisi gibi konular işin tadı tuzu olarak sözlüğe renk katmaktadır. sözlük zamanla kendi alternatif futbol külliyatını oluşturmuş, aramaya inananlar için dünyanın en ücra köşelerinin local takımlarından, en tanınmış futbolcularına, mahalle takımlarından amatör semt klüplerine kadar futbolla alakalı her türlü konuyu tartışmaya açmıştır. sözlükteki futbol yazarlarının; endüstriyel futbol, futbol fanzinleri, futbola ilişkin yazın kültürünün gelişmesi, alternatif futbol blogları, futbol filmleri ve yeni çıkan futbol kitapları üzerine yazdıkları yazılar ayrı bir tematik sözlük oluşturabilecek kadar geniş kapsamlıdır, hali hazırda belirli takımlar için açılmış sözlük klonları ile futbol sözlüğü veya blogu olarak internet medyasına katkı sunan platformlar kutsal bilgi kaynağı olarak ekşi sözlük futbol yazarlarının fikirlerinden beslenmişlerdir. türkiye futbol bloglarını oluşturan bloggerların neredeyse tamamı ekşi sözlük yazarı, çaylağı ve okurudur.

insanın içini bayan ; ''benim babam senin babanı döver'' mantık eşiğinin hezeyanlarını geçememiş, klavye holiganlarını ekşi sözlüğün kaotik yapısının getirisi olan kaos ortamının doğal bir sonucu olarak görmezden gelerek , sözlüğün futbol külliyatından keyif almaya çalışırsak, ekşi sözlüğün futbolla ilgili büyük bir önyargıyı kırmayı başardığı gerçeğini görmüş oluruz. futbol; kentli, görece entellektüel, sinema, edebiyat, tiyatro, felsefe ve politikayla ilgilenen, postmodern kent hayatının sosyal ortamınına dahil olmuş, nispeten maddi güce sahip ortalama üstü insanlar için yıllar boyu aşşağılanan, lümpen eğlencesi olarak görülen, bir kısım ortodoks marksist tarafından kitlelerin afyonu olarak nitelendirilmiş bir oyundu. ekşi sözlük; futbol yazarlarıyla bu önyargıyı kırdı. marksizm üzerine beş sayfa yazabilen insanların da futbolu ne kadar sevebileceğini gösterdi. quentin tarantino, david lynch michael haneke üzerine yazılmış en güzel film eleştirileri sözlüğün futbol yazarlarından geldi. bob marley'in, che guevara , albert camus'un futbolsever olduklarını, futbolu bir felsefe olarak kabul ettiklerini, oyunun anlamını, sözlüğün futbolla alakasız kesimi sözlükteki futbol yazarlarının kalemlerinden öğrendiler ve oyunu tanımaya çalıştılar.

ekşi sözlük futbol yazarlarının varlığıyla; futbolla ilgilenmenin, tüm maçlara gitmenin aslında hayatın kendisi olduğunu, futbolu küçümseyen insanlara inat sokağa ait olan bu dünyanın en güzel oyununun gerçek anlamını futbolu bilmeyenlere kavrattı. sözlükte okumaya değer futbol yazarları, sol frame'de arjantin futbolu üzerine başka kaynaklarda bulunamayacak bilgileri paylaştıktan sonra, sinema , edebiyat ve politika üzerine kayda değer yazılar kaleme aldılar. sözlükte ciddiye alınması gereken kesim teenager holiganizm ekolüyle şen kardeşler kıraathanesi kıvamında takılan, futbol yazamayan ama yazdığını sanan azınlık değil, futbolu seven ve futbola emek vererek oyunun güzelliği için kafa patlatan ve hayatın tüm renkleri konusunda fikir sahibi olarak kendini geliştiren, bilgisini sözlükle paylaşan, futbolu asla sadece futbol olarak görmeyerek hayatı güzelleştiren ve bu oyunu olmazsa olmaz bir tutku haline getirmeyi başarmış yazarlardır. sözlükteki futbol yazarları, 10. yılını kutlayan ekşi sözlüğün, alternatif futbol külliyatını oluşturmayı başarmış kesimdir.

im isim yazmak unutulanlara haksız olacağı için örnekleri çoğaltmaya gerek olmamakla birlikte, ich ve arvo gibi yazarlar sabahlara kadar bıkmadan okunabilir, yazıları arşivlenebilir.

(kent yorgunu, 08.03.2009 00:29)

Barfly

charles bukowski'nin yazar olarak keşfedildiği dönemi anlatan, alkol manifestosu. mickey rourke ve faye dunaway ikilisi rollerini oynamamışlar adeta yaşamışlardır. mickey rourke henry'e, faye dunaway'de wanda'ya dönüşmüştür. barfly'da yardımcı roller dahil tüm oyuncular, canlandırdıkları karaktere hayat vermiştir. anlatım gerçekçi ve serttir. olay örgüsü yalındır. factotum kadar sert ve sinemaya aktarılması zor bir kitabın filminin çekilmesi bile cesaret işidir. henry ve wanda iflah olmaz bar sinekleri olarak; ucuz şarap eşliğinde mısır çalıp sevişirken, fona yerleşen bar müdavimleri kült figürler olarak filmi alıp götürür. bukowski'nin hayata karşı duruşunu yansıtan tavizsiz nihilist tavrı ve editör tully yerine alkolik wanda'yı tercih etmesiyle ortaya çıkan tutkulu ruhunu, film ironik bir dille anlatmıştır. barfly'da yan roller önemlidir. yan roller çizilen tablonun kaotik yapısını tamamlayan, filmin bütünlüğünü sağlayan karakterlerdir. frank stallone barmen eddie rolünde çok başarılıdır. bukowski'nin bar ortamında tek arkadaşı olan, hipodrom sırdaşı, bahisçi jim, hank'in temsil ettiği tüm değerlerin zıttını ifade eden kavgacı barmen eddie, eddie kavga etmeye çıkınca vardiyayı teslim alan kayıtsız barmen, barın hep aynı noktasında oturan, sabit berduş, suratsız lilly, 10 dolarlık vizitelerin kadını silikonlu sarışın, berduşlar, alkolikler, tüm iyiliği ve güzelliğine rağmen henry'nin kalbini kazanamayan editör tully, öyküsü karşılığında aldığı 500 dolarla tüm bara bira ısmarlayan henry'nin peşinden ayrılmayan 80'lik dede ve yüzü gözükmese bile etkisi film boyunca hissedilen, wanda'nın sponsoru zengin adam wilbur, barfly'ın önemli figürleridir.film ve kitap arasında değişiklik gösteren, değiştirilen, farklı isimlerle anlatılan, filmin olay örgüsünde bulunmayan ancak kitapta çok önemli yer tutan karakterler vardır. factotum'u okumayanlar için pek anlamlı olmayacak bu ayrıntılar sıkı bukowski okurları için barfly'ın kilit noktalarıdır. romanı okuyanlar için filmde sık sık adı geçen wilbur çok önemli bir karakterdir. wanda'yı telefonla arayan, markette hesabına yazdırılan biraların sponsoru bu adam factotum'da bukowski ile karşılaşmış ve uzunca bir süre beraber kalmışlardır. filmde sadece telefondan duyulan bu ses gerçekte bukowski'den kendisi için bir opera yazmasını isteyen, milyarder bir seks düşkünüdür. wilbur hastadır ve ölmeden önce operasını tamamlamak istediği malikanesinde 3 kadınla birlikte yaşamaktadır. bu kadınlardan birisi wanda'dır. wanda wilbur ile olan ilişkisini dengede tutmayı başarmış, onun uzatmalı metresi olmaktan kurtularak malikaneden taşınmıştır. wilbur iki sevgilisiyle birlikte devam ettiği yaşamından wanda'yı tamamen çıkaramamış, alkol sponsorluğu karşılığında onu görme hakkını kazanmıştır. bukowski wilbur'la wanda sayesinde tanışır. evinde kalır. wilbur, bukowski, wanda ve 2 kadın birlikte yat gezisine çıkar. bu gezide wilbur sinirlenerek yatı terkeder. bukowski wanda'yı ilk olarak burda aldatır. ve wilbur'un metresleriyle aynı gece sevişir. barfly'da anlatılan editör tully ve henry ilişkisi bu olayın sonrasında gelişir. yani wanda henry'i eddie ile aldattığı zaman zaten henry wanda'yı wilbur'un metresleriyle aldatmıştır. ilk ihanet eden wanda değildir.
barmen eddie ile henry'nin kavga sahneleri filmde kitaptan farklı şekilde kurgulanmıştır. factotum'da eddie henry ile tesadüfen tanışır. eddie bir barmen ve seks ikonudur. güzel kadınlar, zengin kadınlar, ucuz orospular, pahalı orospular, çirkin kadınlar, seksi kadınlar ve mature seks sombellerinden oluşan bir haremi vardır. zevk için kavga eden uyanık bir piskopattır. bir gece henry barda bira içer ve eddie henry'nin parasının üstünü vermez. henry kazıklandığını düşünür ve olaylar büyür. eddie henry'i döver. henry yakınlarda ucuz bir otele sığınır. otelde henry'nin eski, alkolik bir sevgilisi çalışmaktadır. sevgilisine otel yönetimi tarafından ayrılan odada kalır. dinlenir. durmadan içer ve yaralarını sarar. parasını geri almak ve eddie'den intikam almak için plan yapar. beyzbol sopasıyla gizlenerek barın kapanış saatini bekler. eddie bar çıkışı kendisine hayran bir kadını dövmekte ve oral sekse zorlamaktadır henry bu sırada zulasından çıkar ve işi bitirir. filmde anlatıldığı gibi anlaşmalı bir dövüş değildir bu. bukowski sarhoşken veya ayıkken iyi kavga eder, kavga etmeyi sever ancak bunu deli cesaretiyle yapmaz, dayak yiyeceğini anladığı zaman kaçmayı ve sorunları alkol yardımıyla düşünerek zekasıyla çözmeyi tercih ettiği zamanlar olmuştur. kaslı eddie sorunu hank için böyle bir sorundur.

barfly'ın en önemli kültlerinden birisi olan wanda'nın factotum'da adı wanda değildir. wilbur ve metresleriyle yaşadığı dönemde bukowski'nin aşkı olan kadının ismi laura'dır. henry'nin wanda isminde bir sevgliside olmuştur. kasabanın en güzel kızı, pis moruğun notları ve ölüler böyle sever isimli kitaplarında wanda'dan bahsedilmiştir. bukowski barfly'ın senaryosunu yazarken laura'yı wanda'ya çevirmiştir. bu ayrıntıdan çıkan sonuç, bukowski'nin faye dunaway'le süslenen wanda karakterinde tek bir kadını anlatmadığı, bar sineği olarak yaşadığı yıllarda tanıdığı kadınlardan bir seçki yaptığı gerçeğidir. tüm bar sineği kadınlar wanda isminde birleşmiş, faye dunaway'le hayat bulmuştur.filmi kitaptan soyutlamak mümkün değildir. bukowski'nin; yazarlığını, nihilizmini ve alkolizmle beslenen aşklarını anlatan factotum fenomeni, barfly'ın iskeletidir. bu nedenle barfly üzerine yazarken mutlaka kitabın içeriğine dair konuşmak gerekiyor. filmin uyarlandığı kitap olan factotum; charles bukowski'nin sanatını besleyen berduşluk yıllarını anlatan eseridir. hank işsizdir. evi yeni terketmiştir. ucuz pansiyon odalarında, sefilhanelerde, alvarado caddesi ile sunset bulvarının kesiştiği noktada bulunan mahalle publarında, sürekli içerek, düzenli bir işe sahip olamadığı için para kazanmadan, hayatını sürdürme mücadelesi vermektedir. bu dönemde; hayata karşı kayıtsız kalarak, çevresinde gelişen olaylara müdahale etmeden, içerek pasifize olmayı seçmiştir. hayatı boyunca vazgeçemediği klasik müzik eşliğinde, sigarası ve şarabıyla tahammül edemediği kalabalıkların ortadan çekilmesini bekler ve gelecekte kendisini fenomenleştirecek yazılarının ilk adımı olan öykülerini yazmaya başlar. telefonda kavga ettiği kadınlara lev nikolayeviç tolstoy'dan alıntılar yapacak entellektüel bir fırlamadır. bu dönemde yazdığı öyküleri; dönemin ünlü dergilerine, fanzinlerine, underground gazetelerine gönderir. her gece sızdığı için gönderdiği öyküleri hatırlamaz, takip etmez. editörler peşinden koşar. bazen yayınlanan öykülerinin ismini bile hatırlamaz. içkiye yetecek kadar parasının olması onun için yeterlidir. çaba harcamaz. çaba harcamayı, statü kazanmak için yalan söylemeyi gereksiz bulur. dürüsttür. birilerinin gelip onu bulmasını, dehasını keşfetmesini bekler. bu arada aç kalmamak için iş arar, geçici işler bulur, factotum'un temsil ettiği tüm değerlere uygun olarak kahyalık, ayakçılık, sevkiyat memurluğu, depoculuk yapar ancak bu işlerin hiçbirinde kalıcı olmaz. çalışmak ruhuna uygun değildir.

bukowski bu dünyaya yazar olarak gelmiştir, yazarak yaşayacak, yazarak ölecektir. hayata ve çevresinde olmadıkları zaman kendini mutlu hissettiği gereksiz kalabalıklara karşı direnme gücünü bulup, alkolün yardımıyla yazabildiği zamanlar azim sahibidir.factotum yıllarında bukowski, yazmak dışında hiçbir konuda azim göstermez. toplumsal normların dayatmalarına, steril kalıplara, zorlayıcı ahlaka, kurallara dayandırılmış tüm kavramlara, dine, aileye, askerliğe, otoritenin her türüne karşı çıkar ancak bu karşı duruş, onu teorik eksenden alıp pratik bir eysemlliğe götürmez. bukowski karşı çıkar ama politik bir eylemci değildir. iflah olmaz nihilist bir muhaliftir o. son aşamada marksizm'de kendi kurallarını koyan, otoriter bir sisteme dönüşebilir bu nedenle bukowski tüm ideolojilere karşı nötr kalır. kendini hiçbir kalıba, statüye, norma, dogmaya, ideolojiye ait hissetmez. işte barfly bu dönemin kısa bir kesitini sunar. ironik, trajik, komik ve sert bir sokak yaşamı.

barfly; bukowski'nin yazdığı senaryo nedeniyle tarihi öneme sahip, üstadın sadık okurları için defalarca izlenmesi gereken, bir fenomendir. leaving las vegas'la birlikte sinema tarihinin en güzel alkol temalı filmidir.

(kent yorgunu, 25.04.2009 14:27 ~ 14:29)

Belfast Boy


salon adamı bay ''endüstriyel futbol'' pele'ye ; ''best her zaman en iyisiydi'' tanımını yaptırmayı başaran fenomen. belfast publarının ''en çok özleneni''. futbol tanrılarına ''güzel bir çalım ve güzel bir gol'' için yalvaran romantik futbol serüvencileri için siyah beyaz bir fotoğraf albümünün en haşarı sayfası. ilk antremanında seri şekilde çalıma dizdiği stoperlerin depresyona girmesine neden olarak, rakiplerini futbolcu olduklarına pişman eden adamdır george best. sıkı çalımcılar, bileği kıvrak futbolcular için; ''bir insanın elinin içine girseler, o avucun daracık hacminde bile çalım atar '' derler, george best'in çalım atamayacağı yer daha icat edilmedi. yok öyle bir nokta.

irlanda ve kuzey irlanda'nın birleşerek tek bir ülke olarak uluslararsı turvalarda mücadele etmesi düşünü, yaşarken gerçekleştiremedi ama yerküre üzerinde futbolu seven milyonlarca insana görüp görebilecekleri en güzel futbol hikayesini armağan etti. attığı taşlar okuduğu kitaplardan fazla olan, sokağın damarına sahip, barikat adamlarından birisiydi george best. pratik adamıydı. bayrak adamdı. ingiliz tabloid basınının paul gascoigne öncesi sahip olduğu korkulu rüyaydı. basının ikiyüzlü ahlakına en damar ayarları vermeye başaran, tutsak ustura ağzında çıplak yaşayan bir romantikti. tüm o güzel kadınlar, güzel içkiler, sarhoşluklar, pub maceraları, britanya magazin gündemini belirleyen özel hayat bir imajın parçası değil bilakis george best'in ''hayatı bildiği gibi yaşamak'' üzerine kurduğu felsefesinin boyalı tabloid medyaya karşı çektiği restti.

tüm kartlar açıktı george best'in hayatında. karşı tarafın elini görmek için blöf yapmaya ihtiyaç duyan poker face adamlardan değildi. çocukken mahalle maçlarına katılmış, bir futbol efsanesi haline gelmeden önce belfast'ın gri bulutlarla kaplı işgal sokaklarına futbolun yazılmamış en güzel öykülerini armağan etmiş, taştan kaleler önünde dizlerini kanatmış, sınırda yaşayan sınırlıların yanında saf tutarak yeteneğini özgürlüğüne adamıştı. kimseye sevimli görünmek, kimseye yapay bir mutluluk vermek, kimsenin normlarına uygun yaşamak ve kimseye kendini genel geçer toplumsal kurallara bağlı kalarak kabul ettirmek gibi bir derdi yoktu. ezebere yaşayan, akışına bırakan, yandan gelen falsolu muz ortaya havada yarım voleyi çakıp topu doksana takan, 10 kişiyi çalımlayıp 11. rakip olan kaleciyi ters köşeye yatıran, bu dünyanın görebileceği en güzel şakaydı. sigarası ve içkisiyle tanju okan, tekniğiyle maradona, yaşamıyla mahalle maçlarımızın arkadaşıydı. beşinci beatles diyorlardı onun için haksız sayılmazlardı. biraz beatnik, biraz çiçek çocuk, biraz centilmen ve bolca çapkındı. britanya'nın muhafazakar politikalarını şekillendiren demir leydi dönemlerinin monarşi kokulu beş çayı seanslarına inat, liman ve demiryolu işçilerinin maç izleyerek demlendiği sokak arkası publarının alkol ikindilerini sevdi george best. ününe karşın elit bir sınıfa, elitist bir sosyeteye ait olmadı.

george best ; skinhead punk - rock ve futbolla bezeli ingiltere alt kültürünün kült figürlerinin öncüsü, bayrak adamıydı. yaşadığı çağa tanıklık etmiş ve insanların futbola bakış açısını değiştirmişti. peşinden güzel kadınlar, güzellik kraliçeleri, medya ordusu, gazeteci kalabalıkları, taraftarlar ve politikacılar koşuyor o ise dar alanda kısa paslaşmalara girip verkaçlar yardımıyla çalımı basarak tüm bu kalabalığa golünü atan adam olarak tarihe geçiyordu. manchester united ile kariyerinin en parlak günlerine imza atıp britanya futbol tarihinin tüm rekorlarını kıran, kendisine dayatılan herşeyi elinin tersiyle iterek gol attıkça daha çok içen ve daha çok kadınla beraber olan aykırı bir yüz olmayı seçtiği zamanlarda asla kendisi olmaktan taviz vermedi. kimsenin tercihlerini sorgulamadı ve kendi tercihlerini sorgulatmadı. kendisine dayatılan normların dışında yaşama cesaretini gösterirken, endüstriyel futbolun günümüzde yarattığı kaosu daha o yıllardan görmüş ve kendi harakirisiyle onurlu bir samuray misali bu çarkın dışında kalmıştır.

yaşam tarzını yapay bir marjinalite için değil; tabloid basının sansasyonel haberlerinin, reklam anlaşmalarının, futbolu kapitalize eden tüm finansal verilerin, onun cesur ve sert futbol ahlakı anlayışıyla asla bağdaşmamasından dolayı seçmiştir. yeteneklerinin büyüklüğü ölçüsünde yaşamını riske etmenin bedellerini de ödemeyi kendi hür iradesiyle göze almış ve siroza yakalanıp yeşil sahalara son veda volesiyle el sallamadan önce, hayatın yaptığı bu acımasız falsoyu ; ''kimse benim gibi ölmesin'' diyerek ters köşeye yatırmış filozoftur. anlayabilenler ve görebilenler için tez konusudur aslında. incelenmesi ve yaşarken ne anlatmaya çalıştığının irdelenmesi gerekir.

best için önemli olan ölümünden sonra adına pul bastırılması, isminin havaalanlarına verilmesi veya üzerinden sağlanan popülist ticaret kültürü değildir. best yaşarken sadece futbolu ama hepimizin küçükken dizlerimizi kanatarak oynadığı, iki taştan kale ve toprak bir sahadan oda yoksa beton yollardan ve kanalizasyonlardan kurulu sokağın futbolunu yani oyunun asli ruhunu yüceltmektir. best'in meselesi; futbolun estetize edilmiş tüm güzelliklerini, incelikli bir hayta misali satıraralarına gizlediği muzur nüanslarla süsleyerek, güzel bir gol için tanrı'ya yalvaran düş gezgini futbol dilencilerine sunmaktır. henüz hayattayken, şimdi onu yerlere göklere sığdıramayan ingiliz tabloid basını kendisi için beşyüzden fazla kadınla beraber olup sadece iki kere evlenen - bu iki evlilikte tescilli dünya güzelleriyle gerçekleştirilmiştir- alkol bağımlısı bir playboy olarak bahsetmekteydi, işte best bu ikiyüzlü ahlakın önünde çin seddi oluşturmuştur. kendisini izleyen futbol simsarlarının ; ''onu izlerken tanrı'ya soruyorduk gerçekten onu da bizi de sen mi yarattın? ama bu diğer futbolculara haksızlık değil mi? '' cümlesi best için yeterli açıklama olur. dünyanın en fanatik manchester city taraftarlarından birisi olan ünlü the faal grubu bestecisi mark. e. smith kicker consiparcy şarkısında best için ''manchester'ın mavi yakasının kralı da besttir'' diyebilmiştir.

günümüzde best'i seven tüm futbol aşıkları, irlanda'nın işgal duvarlarının yıkılmasını ve futbolun ayrılan kardeşlerinin best için birleşmesini istiyor. ruhuna kaldırılan her kadehte publar futbol muridleri için tapınaklara dönüşüyor ve bir başka bestin asla gelmeyeceği bilinerek tek ve benzersiz olan için futbol tanrısına dualar ediliyor. onu best yapan şişelerce içip devrilmeyen ve eski bir irlanda atasözünü hatırlatan tutkulu ruhuydu. ''ben irlandalıyım sarhoş olmam'' . .i.p güzel adam. siyah beyaz posterin süslüyor hala odamın duvarlarını.

(kent yorgunu, 06.03.2009 13:07 ~ 13:13)

06.03.2009 tarihinde EkŞi Sözlüğe yazdığım George Best entry'si.

False Stuff !

İstikarsız sayıklamalar... daha önce açıp varlığını devam ettirmediğim bloglarımdan, fanzinler ve dergilerde çıkan yazılarımdan, hayatımda biriktirdiklerimden, ekşi sözlüğe yazdığım karalamalardan, sizden, bizden, ondan oluşan seçki.. yazıyla biriktirilen duyguların, yorumların,eleştirilerin, mavraların, arşivlenerek derli toplu durması amacıyla, istikarsız düzensiz, telifsiz,teklifsiz,kaotik.