16 Mayıs 2009 Cumartesi

Trainspotting vs Demir Leydi


danny boyle tarafından filme çekilen kült irvine welsh kitabı trainspotting üzerine geç kalınmış bir yazı. filmin hakkını teslim edebilmek için enine boyuna düşünerek ciddi bir eleştiri yazısı döşenmek için sabır ve zaman gerekli. bende ikisi de yok. trainspotting'i salt metinlere bakarak ''uyuşturucu kullanmayın ölürsünüz'' temalı filmlerle karıştırmak yerine, görünmeyen yüzünde alt metinlere gizlediği kodları inceleyerek dikkatli okumak gerekiyor.demir leydiye ve sömürgeciliğin muhafazakar politikalarına ; renton, spud, sick boy ve begbie tarafından atılmış sağlam bir tokat. requiem for a dream speed zayıflama haplarıyla tv karşısında beynini yiyen kapitalist tüketim toplumuna saldırırken, trainspotting siyasi ve ekonomik bakımdan kuşatılarak sıfır noktasına düşürülen britanya gençliğinin karşı saldırısını anlatır. britanya işçi sınıfının gür sesi, pub insanı, futbol tutkunu kalem irvine welsh'in 1996 yılında sinemaya uyarlanmadan önce kitapla yaptığı sarsıntının bir benzerini kitabın altında ezilmeyerek gerçekleştirmeyi başarmıştır danny boyle. ''choose your future. choose life" mottosuyla zihinlere kazınan eser her yönüyle açık bir sömürgecilik ve kolonicilik eleştirisidir. romanda daha baskın olan futbol öğesi filmde kesintiye uğramıştır ama film ufak vurgular dışında romanın ana temasından kopmadan kotarılmıştır.

işin uyuşturucu boyutu sadece amacı anlatmak için kullanılan bir araçtır.değerli görülen tek kavramın değersizlik olduğu bir ortamda filme mevzu bahis olan iskoç gençliğinin nefes alabildiği tek yer dört duvar arasında leş gibi gözüken, tavanlarında bebek kafalarının yürüdüğü o malum enjeksiyon evi veya iskoçya'nın en berbat tuvaletinin içidir. bu şartlar altında iskoç gençliğinin işsizlikle yoğrulmuş kimlik mücadelesinde sığındığı limanlardan yalnızca birisidir uyuşturucu. filmde ingiltere kadar iskoçya ve iskoç politikacıların kişiliksiz teslimiyetçi tavrıda sorgulanır,iskoç toplumu öznelinde yapılan özeleştiri filmin bazı noktalarında renton'un ağzından dökülen sözcüklerle tavan yapar. 2006 yapımı this is england ile beraber sinema tarihindeki en gerçekçi britanya alt kültür anlatımı diyebiliriz trainspotting için.

film sadece olay örgüsünün işlenişi ve karakter seçimindeki isabetle ele alınmamalıdır filmin sinema tekniği ve müzik seçimleri bakımından da hakkı verilmelidir. ıggy pop soslu sahne tercihleri soundtracki klasikler arasına sokmuştur. yönetmenin tüm karakterler üzerindeki başarılı çözümlemeleri, dilin günlük sokak diline yakınlığı, düşmeyen tempo, her bireyin hikayesinin başlı başına ayrı bir film olabilecek derecede ustaca işlenişi ve çok az filmde gördüğümüz roman kadar keyif verebilme duygusu. pub olgusuna, junky kavramına, sömürgelikten bir türlü kurtulamayan iskoçya'nın iki arada bir derede kalmış kimliğini aramaktan yorulup çareyi uyuşmakta bulmuş gençliğine, satıraralarında adanın olmazsa olmazı futbola, eğilip bükülmeden, süssüz, cicisiz bicisiz, kuşsuz böceksiz sert bir bakışla armağan edilen bir yumruktur bu film.

şaşırmamak gerekir işin ucunda; ingiliz işçi sınıfının olmazsa olmaz kalemi, kendi hayatından kesitler sunma konusunda eleştirel bir objektifliği yakalamayı daima başaran usta yazar ırvine welsh olunca ,ortaya hem görsel hem yazınsal olarak yazarın argosunu ve tarzını bilenler için tadından yenmez bir gösteri çıkmıştır. ilginçtir film bu kadar tutulmasına karşın trainspotting'in ne kendisi nede devamı olan porno isimli roman ülkemizde bir türlü geniş bir kitleye ulaşamamıştır.romandan çoğunluk habersizken film beklenmedik şekilde tavan yapmıştır. ne hikmetse bir dönem filmde anlatılmak istenen tüm meseleler ıska geçilmiş, film kahramanlarının tarzları ve imajları nedeniyle özüne inilmeden aşırı biçimde popüler olmuş ve filmi bir imaj ikon olarak algılayan kitle tarafından ülkemiz sokaklarında çakma rentonlar looser modlarda gezinir olmuştur .filmin popüler olduğu o yıllarda bu yapay looser tribi welsh yazınının özünü kavrayan bir yaklaşım değildi. pera'nın sokaklarında gizemli junky tribinde herkes birer begby veya renton havasına bürünmüşken hani nerde senin işgal evin diye sorarlardı adama? kimsede cevap veremezdi elbette. okumanın izlemekten zor olması nedeniyle olsa gerek porno yani trainspotting 2 isimli roman bu karmaşalar arasında hem yasaklandı hemde unutularak kaynadı gitti.

Türkiye'ye özgü ''nevi şahsına mahsur'' imaj yanılgılarından birisiydi renton ve begby trendi..

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Deli Ayten

eskiden mahalle delileri vardı.. hepimizden akıllı.. yitip giden tüm naif güzellikler gibi zamana yenildiler.bu toprakların yazılmış; en naif,en nevi şahsına münhasır en derin ve dokunaklı hikayelerinin yıldızlarıdır mahalle delileri. kent kültürünün cam plazalara tıkılıp kalan mekanik steril yapısının nefes açıcıları, zihin kanatacıları ve sorgulayıcı figürleridir.

ayten fenomenini bu ''mahalle delileri'' kültünden beslenen naif kültürün ayrı bir noktasına koymak gerekiyor. Bursa'lı ''deli ayten'' bu ülke topraklarına heykeli dikilen, şehrin simgesi olmayı başarmış tek sivil.türkiye'nin kronik hastalıklarından birisi olan; bürokrat, politikacı, belediye başkanı gibi elitlerin heykellerini sağa sola dikip, şehir meydanlarına, sokaklara, stadyumlara onların ismini vermek alışkanlığından kurtulup, sokağa ve bize ait insanların hatırlanması adına sevindirici bir gelişmenin ilk örneğini oluşturuyor ayten. bizim hikayelerimizi, anılarımızı paylaşan, yok olmaya yüz tutan mahalle kültürüne ait hoş anılar bırakan insanların hatırlanması adına önemli bir adım bursa'nın kamberler ilçesinde yükselen deli ayten heykeli.

steril sağlıklı yaşam, fit vücut, plazalar arası gündelik koşuşturmaca, modern çağın insanının speed zayıflama haplarıyla desteklediği estetik kaygılar , herkese psikolog, herkese kariyer rehberi, herkese sokak hayatından kaçıp gizlenebileceği fast food zinciri, herkese tertemiz cafeler, kentsel dönüşüm için daha fazla mcdonalds ama daha az sulukule derken ; sokaklarını, delilerini, berduşlarını, gezginlerini, evsizlerini, zaaflarını ve ruhunu unuttu bu ülke. eski mahalle delileri yok artık. eskiden sokaklarda güvenle gezip çocuklarla oyunlar oynayan, herkesin kapısını açıp ailesinden, mahallesinden kabul ettiği, aslında modern çağın insanı gibi ikiyüzlü davranmayarak tüm bu saçmalıklara isyan bayrağını açıp kıldan ince akıl çizgisini kırarak, toplumsal norm diye dayatılan yalanlara başkaldıran, sayıları bir elin beş parmağını geçmeyen bu son yüzler, şehrin son romantik kahramanları, inatla gülümsüyorlar bize. mahallelerimizde sayıları hızla tükenen delilerimiz bize gülümsemezlerse günün birinde, pera palas oteli önünde sabah 5 sularında mesai yapan taksici esnafıyla şişe şişe tekel birası içen çocuklar delirme hakkını kullanacaktır.

delilik yok edilirse toplumun kalbide yok olur. son yüzler çekip gidince delilik bir şekilde kendini ikame edecektir. bu topraklar delileriyle, gezginleriyle, berduşlarıyla güzeldir. bu ülke ruhunu sokaktan alır. ne olacaksa sokakla olacak, plazalarla değil. mantıklı yaşamak uğruna, duygularımızı unuttuk. delilerimizi öldürdük, şok tedavileriyle reset attık hayatlarına, zincirlere bağladık, mazhar osman'lara mahkum ettik onları, şehirlerimizi, semt kültürümüzü, mahalle maçlarımızı öldürdüğümüz gibi. kentsel dönüşüm deli ayten heykelleriyle adına yakışır bir proje haline gelebilir semtleri yıkarak değil. kentsel dönüşüm mahalle kültürümüze itibarını iade ederse affedilebilir. daha fazla mcdonalds değil, daha fazla deli ayten heykeli.

5 Mayıs 2009 Salı

6 Mayıs 1972...

Geçsede yolumuz bozkırlardan DENİZLERE çıkar sokaklar...

''Türkiye'nin bağımsızlığından
başka bir şey istemedim.
Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz.
Ve ben 24 yaşındayken kendimi
Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum...

Bizlerin tek özlemi tahsil sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığıdır. Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik.

Biz 50 sene evvel Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşı'nın gerçek tahlilini yapmaya her zaman için muktediriz. Biz yine çok iyi biliriz ki Türkiye Kurtuluş Savaşı'nı yapmak için Samsun'a çıkanlara İstanbul örfi idaresince ve mahkemelerince idam cezası verilmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşı'na iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar bunları yapanlara eşkıya demiştir.

1950 tarihinde Amerikan emperyalizmi iktidara geldi. Demokrat iktidar 27 Mayıs 1960'da tarihe gömüldü. Demokrat Parti gitti, bunun gitmesiyle tellaklar değişmedi. 27 Mayıs'ı kastetmiyorum, bundan sonrasını kastediyorum. Hamam aynı fakat bu defa da tellaklar değişti. Amerika bu dönemde imdada yetişip İnönü'yü düşürdü, Demirel'i iktidara getirdi.

Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz

Öğrenci hareketlerine gelince, Türkiye'de öğrenci olayları 50-60 senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamit'in Tıbbiye talebelerini Sarayburnu'ndan denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye'de devam edegelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme hayır diyen gençler ilerici gençlerdi. Ve 28 Nisan 1960 tarihinde özgürlük savaşı veren gençlerdir. Amerikan emperyalizmi tarafından İnönü hükümetten düşürüldüğünde protesto gösterisi yapan gençler ilerici gençlerdir. Anayasa'ya Bağlılık Mitingi'ni de bizler yaptık. O günün mitinginde iktidarın kiralık adamlarından ve polisinden dayak yiyen de gene bizlerdik.

1968 senesine gelince, üniversiteler öğrenciler tarafından işgal edildi. İşgalleri gayet meşru idi ve kürsü ağaları dahi bu işgallerin haklılığını hiçbir zaman inkar edemedi. Aynı yılın Temmuz ayında Amerikan Filosu'na karşı gösteri yapanlardan Vedat Demircioğlu polis tarafından hunharca öldürüldü. İktidarın kiralık kuvvetleri ve polisi hunharca devrimcilerin üzerine saldırdı. 20'ye yakın devrimci öldürüldü. Bunların hiçbirinin katili bulunamadı. Polis karakolları işkencehane haline getirildi. Hiçbir savcı buna karşı çıkmadı. Fikir özgürlüğünü ve Anayasa'yı paravan yapanlar "önceden Atatürkçü geçinirken O'nun fikir ve şahsiyetini de küçük görmeye başladılar, sadece Mustafa Kemal tarafını beğeniyorlardı." suçlamasını kesin olarak reddediyorum ve asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmez.

Gerçekler örtülmek isteniyor. Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun İstiklal-i tam prensibini, ve onun istiklal-i tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz.

Anayasa'yı en fazla savunan bizleriz

İddianame'de bizim Anayasa'yı cebren ilgaya teşebbüs ettiğimiz ileri sürülmektedir. Öteden beri arzetmiş olduğum gibi, bu ülkede Anayasa'yı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa'yı ihlal edenlerse ortadadır. Anayasa'nın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasa'yı uygulamayan yavuz kimselerse hâlâ ortadadır. Ve yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. Bile bile iddia makamı bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir.

İdddia makamı bizim vermekte olduğumuz Bağımsızlık Savaşı'na karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na karşı, reformlara karşı ve bu nedenle bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir. Çünkü Süleyman Demirel hâlâ ortada gezmektedir. Kudreti yetiyorsa Süleyman Demirel hakkında aynı şekilde dava açsın, onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya alışmışlardır.

Amerika sizin döneminizde ülkeye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız

Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil sizlersiniz. Çünkü Amerika sizin döneminiz sırasında Türkiye'ye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız. Ve Demokrat Parti iktidarına 10 yıl ses çıkarmadınız. Ta ki 38 yurtsever subay ses çıkarana kadar ve onları devirene kadar. Ve bugün aynı savcılar bu şahıslar hakkında da idam kararı istemektedir. Süleyman Demirel'in Anayasa'yı ihlaline ve despotizmine ve ülkeyi Amerika'ya satmasına ses çıkarılmadı.

Ve meydanlarda bunlara karşı bizler dövüşmek zorunda kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik

Bizim düşmanımız
Amerikan emperyalizmi ve yerli işbirlikçileridir

Dediğim gibi Türkiye'yi bu hale getiren eski yöneticilerin bütün suçları bize yüklenmek istenmektedir. Bütün eski idarecilerin suçu bize yükletilmek istenmektedir.

Türkiye'nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk. Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir. 12 Mart Muhtırası muvaffak olmasaydı bizi itham eden makam onları da aynı şekilde itham ederdi. Buna da kanaatim tamdır. 12 Mart Muhtırası Anayasa'nın uygulanmadığını iddia etmektedir ve parlamentoyu açıkça suçlamaktadır.

Biz strtaejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlar altında olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak düşüncelerimizi her zaman açıkça ifade ederiz. Bizim Anayasa'yı ilgaya teşebbüs gibi bir kastımız bulunsaydı, bunu da burada açıkça söylemekten çekinmezdik. Bizim böyle bir amacımız yoktur.

Bizim düşmanlarımız Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileridir. Yani emperyalizm ile işbirliği yapan patronlar, feodal mütagallibe yani bezirgânlar, tefeciler. Toprak ağaları ve diğer işbirlikçileri ve bizim bütün eylemlerimiz bu hedefe yönelmiş bulunmaktadır. Bunun dışında başka bir hedefimiz yoktur.

Milyon metrekare vatan toprağı işgal altındayken mili bütünlüğü bozmakla suçlanıyoruz

Bizim kişi güvenliğini, mülkiyet hakkını, egemenlik ilkelerini, milli bütünlüğünü bozmak için harekete geçtiğimiz iddiaları vardır. Kişi güvenliğini ihlal edenler kimlerdir. Bunu evvela tesbit etmemiz lazım. Karakollarda işkence gören bizler olduk. Meydanlarda kurşunlanan yine bizler olduk. Bakanların emriyle hapishanelere atılan bizler olduk. Buna rağmen kişi güvenliğini bozan olmakla itham ediliyoruz. Yukarıda anlatılan asıl kişi güvenliğini bozanlar ise serbestçe meydanlarda dolaşmaktadır.

Mülkiyet hakkını ortadan kaldıracağımız iddia ediliyor. Bizatihi Anayasa mülkeyet hakkını toplum yararına kısıtlamıştır. Mutlak mülkiyet hakkı tanımamıştır. 50 köye sahip bir toprak ağasını anayasamız kabul etmemiştir. Egemenlik ilkelerine karşı çıkanlar halkın sırtından geçinenlerdir.

Ayrıca milli bütünlüğe karşı çıkmakla da suçlanıyoruz. 101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede bizim milli bütünlüğü bozmak istemekle itham edilmemiz gülünç olmaktadır. Milyon metrekare vatan toprağı işgal altındayken bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür.

21 yılın hesabını 21 gençten sormak istiyorlar

Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. İddianame baştan beri sırf kelle istemek maksadıyla hazırlanmıştır. Şeklen de hukuk mantığından mahrumdur. Hukuki kıymet ve değerden mahrumdur. 21 yılın hesabını 21 gençten sormak maksadıyla ve suçluların telaşı içerisinde hazırlanmış bir iddianamedir.

Ben şunu iddia ediyorum ki, hareketimiz tamamen Anayasal bir harekettir. Anayasa'nın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple Anayasal bir davranışta bulunduk. Yaptıklamızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum.

Türkiye'nin bağımsızlğından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz! ''

savunma...

3 Mayıs 2009 Pazar

Kentsel Dönüşüm ve Sokak

''Kültür Başkenti demek! bu çok iyi bir şey. Ama bana hep yaptıkları yüksek kuleleri gösteriyorlar. Kültürden söz ettiklerinde kastettikleri "money". Mahalleleri, yeşil alanları korumak gibi dertleri yok. Büyük binalardan, alışveriş merkezlerinden, lalelerden bahsediyorlar hep. Bunlar "kültürün başkenti" anlamına gelmiyor ki, "kapitalizmin başkenti" anlamına geliyor'' Tony Gatlif...

modern çağ insanı, tek kutuplu dünya düzeninin getirisi tüketim toplumunun kapitalizme bağımlı yapısı altında kentleride dönüştürmeye başladı. kapitalizmin modern çağ insanına fetiş olarak sunduğu steril elit tüketme çılgınlığı, teknolojik gelişim ve endüstrinin yıkıcı faktörleriyle birleşerek naif kent kültürüne saldırıyor. kentlerin dokusu, kurgusu, kaotik yapısı, sıcaklığı, doğallığı, parkları, sokakları,delileri, deniz kıyıları, berduşları, şarapçıları, tutunamayanları, kaybedenleri, başka semtlerin çocukları ve tabutta rövaşataları yıkılıyor. Kentler alışveriş merkezleriyle kaplı kocaman bir steril cam fanus haline dönüştürülüyor.

Oysa sokak önemlidir.. sokağın kültürü önemlidir. Hayatı öğrenme kılavuzudur sokaklar..şehrin az pişmiş tarafları. basıp geçerek değil, hissederek, yaşayarak, tecrübe ederek öğrenilecek yaşam alanı. kendine özgü dili, kültürü, argosu, sanatı, edebiyatı, fenomenleri ve kavramları vardır. modern çağ insanı bir şeyler yapacaksa, değiştirecekse, dönüştürecekse, üretecekse, bıçağın kemiğe dayandığı an bir kıpırdama olacaksa, yerkürede bir iz bırakacaksak yani ölüp gitmeden önce yüzleşeceksek aynalarla bu sokakla olacak. sokağa güvenmekle, sokağa inanmakla, sokağı yaşamakla gerçekleşecek kendimize yaptığımız bitmeyen arayışların yolculuğu. sokaklardan kaçarak, sokağa çıkmayarak, sokakları tanımayarak, sokağın insanlarına ruhlarımızı kapatarak daha çok yalnızlaşacağız, daha çok uzaklaşacağız kendimizden. kendi çok güvenlikli, bol otoparklı, uydu sistemli, güvenlik kameralı sitelerine kapanıp, çocuklarının mahalle maçı yapma haklarını bile ellerinden alarak, düşlerini ve dizlerini kanatmalarına izin vermeden, steril şeritler çeken insanların la zone benzeri yaşamına inat yankılanacak sokağın sesleri. modern çağın speed zayıflama haplarıyla robota dönüşen, mekanik prozac toplumları için tek kurtuluş sokak.

esrar çekip mayıştıklarına bakmadan paris gettolarını yakan mağripli çocukların ruhu yaşayacaksa bir yerlerde bu sokakla olacak. modern zaman insanının ruhunun kurtuluşu, tutkularının tutsaklıktan çıkışı kasımpaşalı taksi şoförlerinin muhabbetiyle gerçekleşecek. kokoreç yenip bira içilen sahiller, gölgesinde sabahlanan parklar, barikatlarında ateşler yakılan tenhalar, balıkçı tekneleri, eski rum meyhaneleri, sabahçı kahveleri, siyah beyaz fotoğrafların pera evleri, berduşların gitar nameleri, köpek öldüren şarabının kafası, hayallerimizi biriktirdiğimiz köşe ekmek arası domates peynirin yendiği kaldırım taşları, mahalle maçlarının taştan kaleleri, dizlerimizi korkmadan kanattığımız cinnet akşamları, semt kültürü, şehrin pişmemiş tarafları ve sokaklar, sokaklarımız çıkaracak bizi kafeslerimizden.

sokakta ruh var, sokağı yaşatan bu mekanların inatçı bir damarı var. yakıcı bir damar, gerçek bir damar.

De Te Fabula Narratur

1 Mayıs Taksim'dir.. Taksim 1 Mayıs...''bu anlatılan senin hikayendir''...tasarım harikası camlarla kaplı medya plazalarına haber yetiştirmeye çalışan basın emekçisinden, beyaz yakalı olarak adlandırılan finans sektörü işçisine, arabanın altına yatıp sigortasız 16 saat çalışarak tamir yapan dolapdere oto sanayi çalışanından, bir esnaf lokantasında mekan sahibinin küfürleri eşliğinde tavuk suyuna ucuz çorba servis eden komiye kadar, tüm işçilerin hikayesini anlatarak tarihi değiştiren das capital'in mottosu de te fabula narratur... Türkiye işçi sınıfı için 32yıl önce kontragerillanın kurşunlarıyla kana bulanan taksim meydanına çıkmak onur meselesiydi.. onuru kazanmak için mücadele vermek, bedel ödemek, masa başında ahkam kesmeyi bırakıp alanlara çıkarak ''hak verilmez alınır'' düsturuyla otorite karşısında dik durabilmek gerekiyordu. sendikal bürokrasinin, neo liberalizmin, vahşi kapitalizmin, 80 cuntasının toplum mühendisleri tarafından projelendirilen apolitik toplum yapısının kuşatması altında işçi sınıfı yaşamaya, nefes almaya ve direnmeye devam ediyor.

istersen bir maille işten çıkarılan, varlığı muhasebe defterlerinde gelir - gider dengesinden ibaret görülen, bir banka çalışanı ol, istersen tekstil fabrikasında çalışan makinacıların hünerli elleri, taksi şöförü ol mesela veya aşçı ol beş yıldızlı bir otelin en lüks mutfağında alın teriyle çorba karıştıran, şehrin az pişmiş taraflarında 16 yaşında bir çocuk ol, ciğerlerine dolan boya yüzünden nefes almakta zorlanarak sanayide oto tamiri yapan, kesmediyse bunlar gece bekçisi ol, yok olmaz dersen tersane işçisi ol, patron zenginleşirken 24 saat çalışıp karnını doyurmak uğruna denize düşerek ölen. ne olursan ol işte! bu anlatılan senin hikayendir, kaçamazsın, modası geçti diyerek gözlerini kapatamazsın, post modern alemler ile avunamazsın. unutma emekçi; sabah altıbuçukta otobüs kuyruğu beklerken de, akşam sekizbuçukta sıcak somunla evine giderken de, kulaklarında çınlayacak bu söz, unutma bu anlatılan senin hikayendir işçi sınıfı. de te fabula narratur..